2 dakika 48 saniye
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
O görüntüyü izlediniz mi? Uzun değil, kısa; toplam 2 dakika 48 saniye. Sorgunun hemen başı. 14 Aralık operasyonunun özeti. Ekrem Dumanlı hakim karşısında, ayakta. Sağ tarafta avukatlar. Hakim masasında... Halinden pek memnun değil sanki. Ben öyle hissettim. Savcı tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk etmiş.
Herkes şaşkınlık içinde. En başta Dumanlı... Haklı olarak ‘neyle suçlandığını’ öğrenmek istiyor. Dosyaya delil diye ‘iki yazı bir haber’ konulmuş. Başka? İtham çok ağır: Silahlı örgüt üyeliği. PKK gibi bir şey. Bu iddiayı destekleyecek başka deliller en azından dokümanlar olmalı. Avukatların da, Dumanlı’nın da beklentisi bu.
14 Aralık günü son dönemin en gürültülü operasyonu yaşandı. Polisler sabaha karşı Türkiye’nin en çok satan gazetesi Zaman’ın kapısına dayandı. Gazetenin yayın yönetmenini alıp götürmek üzere... Olmadı. Öğleden sonra tekrar geldiler. Olup biteni baştan sona canlı izledi dünya. Herkesin bütün mesele ‘iki yazı bir haber değildir herhalde’ diye düşünmesi doğal.
Doğrusu daha ciddi bir dosya bekliyordum. Dünyanın hiçbir yerinde bir gazeteci veya bir gazetenin en üst düzey yöneticisi yazı ve haberlerden dolayı gözaltına alınmaz. Bir operasyonun hedefi olmaz. Belki Suriye’de...
Sorgu sırasında Çağlayan Adliyesi koridorlarındaydım. İçeride yaşananları avukatlardan defalarca dinledim. Ama görüntü başka. Gerçeği hiçbir izaha gerek duymaksızın en yalın haliyle ortaya koyuyor. Dumanlı’nın ‘İki yazı bir haber. Bu mudur?’ sorusuna hakim ‘Evet... Bu kadar’ diye karşılık veriyor. Bundan başka bir şey yok.
Dumanlı kendinden emin. Avukatların itirazlarına rağmen ‘Ben bu mevzuyu savunurum.’ diyor ve başlıyor konuşmaya.
Bu kısa görüntü iki açıdan önemli. İlki, dosyanın ne kadar boş olduğunu sözle değil görüntüyle de anlatması. Duy da inanma. Ama görüyorsun... Silahlı terör örgütü üyeliğinin eylemi gazetede yayımlanan iki yazı ve bir haber. Savcı buradan bu ithamı nasıl yapabildi? Anlatsın biri.
Buradan ne silah çıkar, ne terör, ne de örgüt. Eylem yayınla sınırlı. Aynı gerekçelerle her gazeteciyi gözaltına alabilirsiniz. İstisnasız her gazetecinin kapısına dayanabilirsiniz. Türk medyası büyük tehdit altında. Maalesef 14 Aralık operasyonu o kapıyı araladı.
Bu kısa görüntü, kumpasın delili. Dünya görsün... Yazsın tarih. Böylesine basit, gayri ciddi iddialarla ne gözaltı olur ne de tutuklama talebi. Aslında manzarayı anlatmaya ‘kumpas’ kelimesi bile kifayetsiz. En basit kumpas için bile elle tutulur daha ciddi doküman gerekmez mi?
Yaşananların ‘güç böyle istedi’den başka izahı yok. Örneklerine darbe dönemlerinde rastlandığı türden muhtemel ki gerçekten ‘güç’ keyfî talepte bulundu. Herkes farkında ki bu kumpas Ankara’da pişti Çağlayan’a düştü. Yine da asgari şartlar aranmaz mı? Geçin aynanın karşısına ‘Değdi mi?’ diye sorun kendinize.
Güç’e de yazık, yargıya da yazık, memlekete de yazık.
O kısa görüntü önemli... Çünkü koca koca adamlar ‘Gözaltılar gazetecilik veya basın yayın faaliyetleriyle nedeniyle değil.’ diye açıklama yaptı. Ankara’da ‘meselenin medya özgürlüğüyle alakası yok’ diye büyük büyük laflar edildi. AKP’nin propaganda bültenlerinde çarşaf çarşaf yorumlar yazıldı, ekranlarda nutuklar atıldı. Akla ziyan komplo teorileri üretildi. Çeşit çeşit senaryolar kaleme alındı.
Herşey algı operasyonu içindi. 2 dakika 48 saniyelik görüntü tümünü aldı götürdü. Ne o iri lafların anlamı kaldı, ne de komplo teorilerinin. Algı çöktü. Şimdi ne olacak peki? Bir özür veya en azından düzeltme gerekmez mi? Ama zor. O görüntüye kör ve sağır kalmak çare değil. Bütün meselenin iki yazı ve bir haber olduğunu dünya gördü.
Dava ‘2 dakika 48 saniye’de çöktü. Gerisi hikaye...