Abdullah Gül konuşur mu?..
Ahmet Takan 01 Ocak 1970
AKP, bir dış proje partisi mi?..
14 Aralık operasyonu ile birlikte kenardan kenardan tekrar gündeme taşındı..
İktidara, o zaman bu zaman veya şu zaman yanında, ortak olanlar, sonra falanca tarafa geçiş yapanlar; AKP’nin kuruluşu esnasında şahit olduklarını faş ediyor. AKP’nin; ABD, İngiltere ve İsrail’in Necmettin Erbakan ve Muhsin Yazıcıoğlu’na kabul ettiremediği fakat Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün kabul ettiği bir projenin partisi olduğunu söylüyorlar. Hem de, İsrail’in önündeki engelleri kaldırma, güvenliğini artırma, Büyük Orta Doğu Projesi’ne destek verme, sınırların değişmesine katkıda bulunma, İslam’ın yeniden yorumlanmasında yardımcı olma şartlarıyla!..
Ha!.. Şimdi bunları tartışanlar; bildiklerini ve şahit olduklarını somut(!)delilleri ile aktaranlar, “falanca da şahitti” diyenler, daha önce bunları kanıtlarıyla söyleyenlere “deli” diyenler ve hatta “dinden çıkmakla” suçlayanlar. Ama, şu anda da olsa doğruyu yapıyorlar gerçekleri söylemekle.
“Acaba ne değişti”, “neden böyle oldu” şeklindeki müthiş(!) soruların cevabını siz değerli okurlara bırakıp ben başka bir açıdan dalacağım bu engin(!) tartışmaya..
Necmettin Erbakan ile Muhsin Yazıcıoğlu rahmetli olduklarından sorulara cevap veremezler. Ama büyük oyunun iki önemli baş aktörü hâlâ hayatta; Recep Erdoğan ile Abdullah Gül.
Recep Erdoğan, herhalde Anayasaya bağlı(!) olduğundan ve Cumhurbaşkanlığı makamına zarar geleceğinden bu tartışmaların içine girmiyordur ve girmeyecektir!..
Peki, ya Abdullah Gül?...
Şu!.. “Kimsenin ilelebet dokunulmazlığı yoktur” diyip Çankaya’dan indikten sonra ’Kayıp Trilyon Davası’ndan savcıya ifade veren ve hakkında takipsizlik kararı verilen zat-ı muhterem..
Sahi!.. Uzun süredir sesini duyabilen var mı?..
Bir zamanlar, “Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefaatine sığınırım” diyen ve bu akımın en hızlılarından olan Abdullah Gül, 14 Aralık ile birlikte artırılan baskı, sindirme ve zulüm operasyonları hakkında ne düşünüyor?.. Yoksa, “Erdoğan’ın kulağına giderse...” korkusu yüzünden 17/25 Aralık operasyonlarında yaptığı gibi düşünce ve hislerini çok özel elçi ve gizli kanallardan Pensilvanya’ya mı ulaştırıyor?..
‘Kayıp Trilyon Davası’nda büyük cesaret ve etik-ilkeli devlet adamı-siyasetçi(!) tavrı gösteren Abdullah Gül, adı açıktan tartışma konusu olduğu halde ve şu anda sırtında yumurta küfesi de yoksa neden “AKP dış proje” itiraflarına cevap veremiyor?.. Hiç mi söyleyecek bir sözü yok Gül’ün?.. Çankaya’yı Recep Erdoğan’a kaptıracağını anlayınca “ben bu partinin kurucusuyum” diye genel başkanlığa asıldığı günleri unuttuk mu?..
Kurucusu olduğu ve onu Cumhurbaşkanlığı makamına oturtan partisine niye sahip çıkmıyor Abdullah Gül?..
Yoksa, Gül, “Huber Köşkü’nden taşınmak zorunda kaldık. Bir de BM Genel Sekreterliği hevesimizden olmayalım” diye mi hesap yapıyor?..
Yakın döneme şahitlik eden ve sonrasında da bazı olup bitenleri birinci ağızdan dinleyen biri olarak size söylemeliyim ki; cemaat şimdi canı yandığı için Recep Erdoğan’ı hedef tahtasına oturttu. Haklı veya değiller o başka bir tartışmanın konusu. Fakat, benim bildiğim somut gerçek, dış proje partisi olarak AKP iktidarının dizayn edilmesinde birinci baş rol oyuncusu Abdullah Gül’dür. Necmettin Erbakan da Abdullah Gül’e, Recep Erdoğan’dan daha fazla kahrederek hayata veda etmiştir. Muhsin Yazıcıoğlu da sırlarıyla ahrete gitmiştir.
Milli Görüş camiasının ak saçlılarından Şevket Kazan’ın “Biz Abdullah Gül’ü partiye dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı yaptığımızda, partimiz için çalışacak sanıyorduk. Meğer, Abdullah Bey hep kendine çalışmış. Bunu sonradan anlayabildik” sözlerini hatırlatıyorum. Sizlerin de “AKP dış proje partisi” tartışmalarına daha net bakabilmeniz açısından Abdullah Gül’e cevaplaması -eğer cesaret edebilirse- şu kolay soruları yöneltiyorum;
* Refah Partisi içinde Yenilikçiler Hareketi’ni başlatmadan önce Avrupa Birliği’nden hangi lobilerle temasa geçtiniz? Refah Partisi kapatıldıktan sonra partide size AB ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çerçevesinde verilen lobi yapma görevinde kimlerle ne için temas kurdunuz? Refah Partisi’nden kopuş sürecinde sıklıkla görüştüğünüz ABD, İngiltere, İsrail Büyükelçiliği üst düzey yetkililerle neler görüştünüz? Size ne teklifler yaptılar?
* Bu süreçte Recep Erdoğan’a ile yaptığınız pazarlıklar ve elçilikler vasıtasıyla sizlere verilen garantiler nelerdi?
* Çocuklarınızı cemaate bağlı bir okuldan ne zaman ve hangi gerekçelerle aldınız? DSP-MHP-ANAP koalisyonu yıkılırken, Çevik Bir ve Kemal Derviş ile neler görüştünüz ve ne taahhütlerde bulundunuz? DSP’nin yıkılmasında çok önemli rol oynayan İsmail Cem ile neden sık sık, gizlice bir araya geldiniz?
* AKP Hükümeti kurulup Başbakanlık koltuğuna oturduğunuzda Çevik Bir’den hangi ülkelerde sizler adına lobi yapma ricasında bulundunuz? Başbakan olduktan sonra da Kemal Derviş ve İsmail Cem ile devam eden kapalı kapılar ardındaki temaslarınızın içeriği nelerdi?
* Ali Babacan’ı ekonominin dümenine nasıl oturttunuz? TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan rica ettiğiniz lobi çalışmaları nelerdi? Recep Erdoğan’ın siyaset yasağının kaldırılıp Başbakan olması halinde Dışişleri Bakanı koltuğunu size kim(ler) garanti etti? Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile Cumhurbaşkanlığı seçimi için ne pazarlıklarınız oldu?..
Sayın Gül’e kolay olan soruları yönelttim. Ama bu acı tartışma ile ilgili sadece konuşması gerekenler Recep Erdoğan ile Abdullah Gül değil. AKP daha ortaya çıkmadan dış projenin malum mimarlarının, milliyetçi camianın çok önde isimleri ile de görüşüp teklif götürdüklerini ve “ret” cevabı aldıklarını bizzat Abdullah Gül’den Başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra dinlemiştim. Şimdi, siyasetten el-etek çeken bu isim ve isimlerin ortaya çıkıp gerçekleri haykırması lazım.
Abdullah Gül’ün niye BM Genel Sekreterliği beklediği ve Recep Erdoğan’ın rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu yanına almak için “bir süre sonra ABD’ye dirsek vururuz” lafının gerçek olamayacağını ancak böyle görürüz.
Yoksa, öz vatanımızda değil dirsek, ardımıza tekmeyi biz yiyeceğiz!..