Zafer ve hezimet arasında Süleyman Şah...
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Bir zafer mi? Hayır. Hezimet mi? O da değil. Mecbur kaldık Süleyman Şah Türbesi’ni taşımaya. O toprakları terketmeye. Türkiye’yi ateşin içine çekse daha mı iyiydi? Suriye coğrafyası yangın yeri. Türk askerinin oraya girmesini kim ister? Savaşın bir parçası olmasına ben sıcak bakmam.
Böyle coğrafyalara girmek kolay ama çıkmak zordur. Son olay bunun ispatı. Suriye’nin bu hale gelmesinde Türkiye’nin rolü yok mu? Olmaz mı, hem de çok var. Neo ittihatçı karakter taşıyan Suriye politikasının kaçınılmaz sonucu bu. Esed’i iktidardan uzaklaştırmayı ve cuma namazını Şam’da kılmayı hayal ediyorduk. Bütün strateji bunun üzerineydi.
Esed rejiminin ‘siyasî ömrü için’ yıl veya ay değil ‘haftalardan’ söz ediliyordu. Suriye’nin politikasının mimarı dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu kaç defa takvim verdi. ‘Esed’in sonu çok yakın’ dendi. ‘Üç-dört haftayı’ kulaklarımla duydum. Davutoğlu, Şam tünelinin ucunu görmüştü. Meğerse ışık değil karşıdan gelen trenmiş...
Türkiye’nin de katkısıyla Esed düşse, Şam’da demokrasi rüzgârları esseydi, Suriye politikasının ‘başarılı sonuç verdiğini’ söyleyecektik. Ama durum tam tersi. Suriye alt üst oldu. Ülke çok kanlı bir iç savaşın içinde. Yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Milyonlarcası ise evlerini yurtlarını terk etti.
Şam’ı hayal ederken Süleyman Şah Türbesi’nden olduk. Müstakil olarak ele alındığında türbeyi taşımaktan başka seçenek kalmamıştı, doğru. Ama büyük fotoğrafa bakıldığında manzara farklı. Büyük bir başarısızlık söz konusu. Türkiye Süleyman Şah Türbesi’ni taşımamızla neticelenen sürecin baş sorumlularından... İsimle ifade edecek olursak; Davutoğlu ve Erdoğan. Suriye politikasının mimarı bu iki isim.
Hamaset iç politikada işe yarar ama dış politikada asla. Aksine işleri zorlaştırır. Türkiye’nin Suriye gelişmelerini yönlendirecek gücü olsaydı, üç yıl içinde gösterirdi. Gerçekçi olmak lazım...
Daha biz Esed rejiminin düşürdüğü askerî uçağın hesabını soramadık. Suriye sadece Suriye’den ibaret değil. Arkasında devler var. Rusya, İran, uluslar arası camianın bir bölümü...
Esneklik dış politikaların vazgeçilmezidir. Ne yazık ki Suriye siyasetine gerçekler veya saha dinamikleri değil kişisel husumetler veya takıntılar damgasını vurdu. Netice ortada... Yangın öylesine büyüdü ki bizi de yaktı. Süleyman Şah Türbesi’ndeki Türk bayrağını kendi ellerimizle indirdik, türbeyi kendi ellerimizle yıktık.
Bu tablo karşısında zafer şarkıları söylenmez. Oturup ağlanır... Hesap bu değildi. Strateji, üç saat sonra Şam’da olmak üzerineydi. 9 saatte türbeyi Türkiye sınırına taşımak zorunda kaldık. Neo ittihatçı politikanın kaçınılmaz neticesi. Bir de PKK-PYD boyutu var ki... İnsanın içini acıtan. Yeni yerin hemen yanıbaşında dalgalanan terörist grubun bayrağını görüp de kahrolmamak elde değil.
Siyasette konunun zafer ve hezimet boyutunda tartışılması bir noktaya kadar tolere edilebilir. Ancak AKP’nin olayı ‘milli meseleye’ dönüştürmesi beklenirdi. Bir devlet sorunu olduğu muhakkak. Dolayısıyla milli mesele. AKP politikaları toplumu parçaladı. Böyle bir olayda milleti etrafında toplayamadı. Halkın en az yarısının AKP’ye nefretle baktığını söylerken Arınç haklıydı. Düşünmesi lazım. Oy uğruna değer miydi geniş kitlelerin düşmanlığını kazanmaya?
Süleyman Şah Türbesi’nin nakli kaçınılmazdı. Kesinlikle bir zafer falan değil, mecburiyet. Sebebi de bizzat Türkiye’nin kendisi...