Şam’daki camiye giderken evdeki türbeden olduk!..
Uğur Dündar 01 Ocak 1970
Bu deyiş, Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker’e ait.
Şam’daki camiye giderken evdeki türbeden nasıl olduğumuzu daha net görebilmek için, filmi geriye sarmamız gerekiyor.
* * *
Tarih: 4 Temmuz 2003…
Saat: 13.45-14.00 arası…
Kuzey Irak’ın Süleymaniye kenti kavurucu güneş altında yanıyor.
Bu nedenle sokaklarda adeta in cin top oynuyor.
Her tarafa sessizlik hakim.
Tam bu sırada uzaklardan bir helikopter sesi duyuluyor.
Ayrıca Türk Özel Kuvvetleri’nin görev yaptığı karargahın çevresinde, beklenmedik bir hareketlilik başlıyor.
* * *
Karargah deyince gözünüzün önüne yüksek duvarlarla ve tel örgülerle çevrili, kapısında silahlı askerlerin nöbet tuttuğu kale gibi bir yer gelmesin.
Tam tersine, bir binbaşı komutasında 3 subay ve 8 astsubaydan oluşan Türk Özel Kuvvetler Timi, ikişer katlı, tabanları 90 metrekarelik, birbirine irtibatlı iki küçük binada görev yapıyor.
Dikkat çekmesin diye, bahçe duvarlarının üstüne tel örgü çekme gereği bile duyulmuyor.
* * *
Helikopter sesi daha yakınlaşınca, bu hareketliliğin bir kuşatmanın ön hazırlığı olduğu anlaşılıyor. Bunun üzerine askerlerimiz hemen silahlarına sarılıp mevzi alıyorlar. Timin komutanı durumu anında bağlı oldukları komuta kademelerine bildirip, ne yapmaları gerektiğini soruyor. Onlar da “Sakın ateş etmeyin, serinkanlı olun biz durumu yakından takip ediyoruz” cevabını veriyor.
* * *
Çok geçmeden ABD Ordusu’na ait, uçaksavar ve tanksavar gibi ağır silahlarla donatılmış 35 askeri araç, binaların çevresinde konuşlanıyor. Araçlardaki Amerikan askerlerinin yanı sıra 200’e yakın peşmerge de onlara eşlik ediyor.
Helikopter de sürekli olarak binaların tepesinde dolanıyor.
Silahların binalara çevrilmesi tamamlanınca, hiçbir anons yapılmaksızın ön ateşler başlıyor.
* * *
Askerler üstlerinin son kararını beklerken kendi aralarında da tartışıyorlar.
Bir ara tümüne “Onursuzca teslim olmaktansa çarpışa çarpışa ölelim” düşüncesi hakim oluyor.
Ama içlerinden biri “Tamam belki onlara ağır zayiat verdiririz ama, bu orantısız silah gücü karşısında yerle bir olmaktan kurtulamayız. Sonra da çıkarlar ‘Pardon, biz orada, dost ve müttefik Türk askerlerinin değil, teröristlerin bulunduğu ihbarını almış ve operasyonu onlara karşı yapmıştık. Çok üzgünüz, özür dileriz!’ şeklinde bir açıklamayla geçiştirirler” diyor.
Bunun üzerine çarpışarak ölme fikrinden vazgeçiliyor.
Amerikan askerleri de kapıları ve camları kırarak içeri dalıp, sanki birer teröristmiş gibi, hepsini teslim alıyor.
* * *
Kahraman subay ve astsubaylarımız sadece esir düşmüyorlar.
Daha sonra CIA Başkanlığı’na kadar yükselen General Petraeus’a bağlı 173. Hava İndirme Tugayı askerlerinin ellerindeki çuvallara başlarını uzatmak zorunda kalıyorlar.
Böylece tarihe, başları çuvallı Türk askerleri olarak geçiyorlar.
* * *
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da kalkmış “Dünya bize hayran. Dışarıda büyük bir hayranlık ve saygı var” diyor.
O hayranlığın, o saygının, o caydırıcılığın, askerin başına geçirilen çuvallarla başlayan, sonra da bir yığın rezaletle devam eden yanlış, basiretsiz ve onur kırıcı politikalarla çoktan sıfırlandığını bilmediğimizi sanıyor.
Kafadaki çuvalla bakılınca demek ki dünya böyle görülüyor!