İhtiyat bunun neresinde?
Fatih Özatay 01 Ocak 1970
Küresel finansal krizden alınan dersle, kriz çıkma olasılığını azaltmak üzere, çoğu ülkede makro ihtiyati önlemler geliştirildi ve yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Bu politikaların bir kısmı kredi alanlara yönelik iken bir kısmı da finans kurumlarına yönelik oldu. İlk gruptakiler için, verilen kredi tutarının, kredi ile alınan malın değerinin belli bir oranı ile sınırlanması örnek gösterilebilir. İkinci grup için ise, ekonominin büyüme oranının çok yükseldiği dönemlerde, finans kurumlarının her önlerine gelene kredi açmalarını ve dolayısıyla kredi patlamasını önlemeye yönelik önlemler ilk akla gelen makro ihtiyati önlem tipi.
Vaktiyle hep ekonomiler yüksek oranda büyüyecek gibi özensiz açılan kredilerin, ekonomiler yavaşladığında ya da durgunluğa girdiğinde geri ödenmesinde büyük sorunlar çıkabiliyor. Bu da finans sektöründe önemli sorunlara yol açıyor. Finans sektöründeki sorunlar derinleştikçe ekonominin geri kalanı kötü etkileniyor. İşsizlik sıçrıyor. İflaslar artıyor. Ekonomi daralıyor. Hangi gruptan olursa olsun bu tür önlemlerin temel amacı bu olasılıkları azaltmak. Yurtdışından bir ülkeye bol miktarda kısa vadeli sermaye girişlerinin (mesela portföy yatırımlarının) de benzer etkileri söz konusu olabiliyor. Sermaye kontrollerini de makro ihtiyati önlemler arasında düşünmek gerekiyor.
2022 yılı içinde Türkiye’de makro ihtiyati olduğu söylenen bir dizi karar alındı. Güncel olanlarını gazetemizde Şebnem Turhan 9 Aralık günü yayınlanan “Dolar mevduat faizi sıfıra gidiyor” başlıklı yazısında özetledi. Bu kararların önemli sorunlarından biri ‘kervan yolda düzülür’ mantığı ile alınmalarında. Bir bütünlük yok. Çoğu, nerede sorun çıkıyorsa onu bastırmaya yönelik. Böyle olunca da bir sorunu çözmeye yönelik bir karar, başka sorunlara yol açabiliyor. Bu durumda, o sorunları da ‘çözmek’ için başka kararlar alınıyor.
Bu karmaşanın temelinde faiz takıntısı var. Bu takıntı nedeniyle yaşananlar, bu kararların çoğunun neden makro ihtiyati karar sınıfına sokulamayacağını ortaya koyuyor. Geçen yıl enflasyon yüzde 19 düzeyindeyken, yüksek enflasyona karşın, politika faizini düşürmeye başladık. Bu sürecin ilk aşaması Aralık 2021’e kadar sürdü. Döviz kuru patladı. Aralık ortasında kur öyle bir düzeye geldi ki finans sektörünün karışması olasılığı belirdi. Arkasından bu olasılığı ortadan kaldırma çabalarını izledik. İlk karar, kur korumalı mevduat sistemini oluşturmaya yönelikti. Sonrasındaki kararları ise ‘bankaların kredi açabilecekleri sektörleri kısıtlamak’, ‘kredi faizlerine üst sınır getirmek’, ‘kredi alanların dövize yönelmelerini engellemek’, ‘telefon diplomasisi/polisiye’ önlemler üst başlıkları altında toplamak mümkün.
Sonuçta, hemen hepsinin amacı çok yanlış bir düzeyde olan politika faizinin döviz kuruna yukarıya doğru yaptığı baskıyı önlemek olarak belirtilebilir. Bu çerçeveye ihracat gelirlerinin bir kısmının TCMB’ye devredilmesi zorunluluğunu, bazı ülkelerden farklı biçimlerde de olsa ‘dış borç’ olarak adlandırabileceğimiz döviz girişi sağlanmasını ve yapılan döviz müdahalelerini de eklemek gerekir.
Sonuçta faiz takıntısının bizi getirdiği nokta şu: Önümüzdeki Mayıs ayında enflasyon dünya ölçeğinde çok yüksek olan yüzde 45 civarına düşerse sevineceğiz. Bankaların kredi hacmi reel olarak azalıyor. Krediye erişim şikayetleri artıyor. Yurtdışından dolar cinsinden borçlanma faizimiz sıçradı. Finans sektörünün faiz artırımlarına karşı hassasiyetini yükselttik. Ekonomimiz yılın ikinci yarısında durgunluğa girdi.
Peki, ihtiyat bunun neresinde?