Kelimelerin bize ettiğini sorma
İskender Öksüz 01 Ocak 1970
Şimdi kim liberal, kim değil? Hangi dönemden, hangi ülkeden, hatta hangi alandan bahsediyorsunuz? Ekonomi mi? Siyaset mi? ABD mi, İngiltere mi?
“Liberal”den başlayalım
Son birkaç ayda, sağ olsun dostlar, iki aşikâr yanlışımı yakaladı. Birincisi Tom Friedman yerine George Friedman yazmamdı. Daha vahim hatayı geçen Pazar yaptım. Trump’ı Demokrat Partili ettim. Birinci hata dalgınlık diye hoş görülebilir belki ama ikincisini yaparken aklımda ne vardı, hatta o sırada aklım var mıydı, bilemiyorum. (Boşuna internet’te aramayın, ekip hemen düzeltti.)
Hatayı yakalayan Hipopotam rumuzuyla yorum yazan okuyucuma ve Facebook’tan özel mesajla uyaran Numan Ateş Bey’e teşekkür ederim. Böylece yorumları okuduğum da faş oldu. Aslında her zaman değil… İyi ki bu sefer bakmışım. Akıl akıldan üstündür; hele akılsızlıktan, haydi haydi üstündür.
ABD’de iki parti de liberaldir diyen yorum da var, Cumhuriyetçiler liberal değildir diyen de. Ben Trump’ın tarafına liberal diyordum. Kim haklı? Herkes haklı olamaz değil mi? İşin tuhaf tarafı şu ki bu tartışmada herkes haklı.
Anlaşmazlık terimlerin pek farklı, hatta bazen birbirinden taban tabana zıt anlamlarda kullanılmasından doğuyor. Ben liberal derken, “liberal kapitalist”, Adam Smith, Viyana Ekolü, Hayek, Mises, Friedman v. b. demek istedim. Bu kullanış yanlış değildir. Ancak bunlardan pek farklı anlamlarda kullanılmaları var. ABD’de muhafazakârlar bazen liberalleri solculukla suçlar, pembe, kanayan kalpli (yumuşak) falan derler. Hâlbuki devlet müdahalesini en aza indirmek, vergileri düşürmek, sosyal desteği azaltmak, Cumhuriyetçi Parti’nin eğilimidir ve bunların tamamı ekonomik anlamda “liberal kapitalist” politikalardır. Demokratlar da tersine sosyal desteği arttırmaya, zenginden alıp fakire vermeğe, velhasıl daha eşitlikçi politikalara meyyaldir.
Terimlerin evrimi
Terimlerle devam edeyim. Yabgu, Kaan, Han, Bey… Bunlar Türkçe unvanlar. Rahmetli Yılmaz Öztuna, unvanların zaman içinde devalüasyona uğradığını, yani değer kaybettiğini söylerdi. Yabgu, Han anlamıyla yola çıkmış, giderek bir şehirciğin başı derekesine kadar düşmüş. Ya Bey? Çağrı Bey, Tuğrul, Osman, Orhan Beylerden başladık ve giderek hepimiz Bey oluverdik.
Ümmet, millet, kavim… Tamamı Arapça kökenli. Fakat Arapça da bütün diller gibi zaman içinde değişiyor. Terimlerin anlamları ile birlikte.
İslam Tarihi’nde olaylarla zamandaş bir yazılı belge var: Medine Sözleşmesi. Ümmet kelimesi orada geçiyor. Belgede, taraf olan kabileler, içlerinde farklı inanç sahipleri ve köleleri de sayılarak anlaşmayı imza eden bütün grupların Hz. Peygamber yönetiminde “bir ümmet” olduğu ifade ediliyor. İslam Ansiklopedisi, o sırada Medine’nin toplam 10 000 nüfusu içinde 6000 Arap ve 4000 Yahudi bulunduğunu, 6000 Arap’tan 1500’ünün Müslüman, 4500’ünün müşrik olduğunu belirtiyor. Belli ki burada “ümmet” bugün kullanılan anlamda ümmet değildir. Prof. Muhammed Hamidullah, Medine Sözleşmesi belki dünyanın ilk anayasasıdır, diyor. Ve bu laik bir anayasadır!
Kavim- kabile- aziz millet
Arap kelimesi de incelenmeye değer. Medine vesikasında Yahudi var ama “Arap” yok. Başka bazı belgelerde, “Arap” kelimesinin daha ziyade Mekkeli ve Bedevî anlamında kullanıldığını görüyoruz. Mesela Hz. Peygamber’in vefatından sonra ensardan halife adaylıklarının, “Araplar bunu kabul etmez” gerekçesiyle reddedildiğini okuyoruz. Hâlbuki bugünkü kullanımımızla ensar da muhacir de Araptır. O zaman değil.
Emevi ve Abbasi devirlerinde yönetenler kendilerine Arap değil Emevî ve Abbasî diyorlar. Bunlar Kureyş Kabilesindeki “kavim”lerin adı! Böylece o günkü haliyle kavim kelimesinin kabileden küçük, sülale, oba civarında bir sosyal birim olduğunu görüyoruz.
Millet’in Arapçadaki ilk anlamı, aynı dili konuşan insanlar imiş. Osmanlı’da ise bugünkü “ümmet”e yakın bir kullanılışı var. Osmanlı’nın “millet sistemi” denilen hukuk yapısında Yahudi Milleti, Ortodoks Milleti, Ermeni Milleti, Katolik Milleti tasnifi var. Daha ziyade aynı kilise hiyerarşisinin mensupları anlamına geliyor. Her millet kendi kilisesinin hukukuna göre yaşayacak, yargılanacak. Katolikler boşanamayacak mesela… Başlangıçta sıkıntı çıkarmayan bu tutum, giderek başımıza, kapitülasyonlara eşdeğer bir bela oluyor. Zafer’den sonra Avrupa’nın bize, sizin kanunlarınızla Hristiyan azınlıkları yargılayamazsınız baskısı de bu milletler sisteminden kaynaklanıyordu. Taha Akyol’un “Medine’den Lozan’a” kitabında bu baskı ve İsviçre Medenî Kanunu’nu uyarlamamız pek güzel anlatılır.
Şimdi kim liberal, kim değil? Hangi dönemden, hangi ülkeden, hatta hangi alandan bahsediyorsunuz? Ekonomi mi? Siyaset mi? ABD mi, İngiltere mi?
Terimlerle yalan söylemek
Ayıp olan her halde kelimeleri bugünkü anlamlarının dışında kullanarak insanları kandırmaya çalışmak. “Tek millet”, “aziz millet”, “milletimiz” deyip milletin adını bir türlü söyleyememek. Bu yalan söylerken tek ayağını kaldırırsa günah sayılmayacağını zannetmek gibi bir şey. Fakat o kadar masum değil. Bile bile kandırma maksadını taşıyor.
Fakat siyasette yapılan ahlaksızlık, ahlaksızlık sayılmaz; hele seçimden önce ise hiç sayılmaz!