Yaygın yerleşim
Ahmet B. Ercilasun 01 Ocak 1970
Gözlerimiz, Orta Çağ'dan kalma köy ve kasabalar yerine, birbiri üzerine yığılmış yüksek binalardan oluşan çarpık çurpuk sokaklı şehirler yerine içimizi açacak, gönlümüzü ferahlatacak şehircikler görmek istiyor.
Vicdan!...
Birilerinde vicdan kavramından eser kalmamış…
Bu iki cümleyle öfkem diner mi bilmiyorum. İyisi mi vicdan konusunu burada bırakayım.
"Depreme dayanıklı bina", "kaçak yapılanma" "fay hatları"… Bunlar çok önemli konular ve tabii olarak herkes bunlar üzerinde duruyor. Ben daha farklı ve uzun vadeli bir konu üzerinde durmak istiyorum: Yaygın yerleşim.
Büyük bir ülkemiz var. Fakat 85 milyon büyük şehirlere ve belli bölgelere yerleşmiş. "Bu vatan bizim." diyoruz ama vatanın büyük bir bölümünü boş bırakıyoruz. Sanki sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş… vatanımız, geride kalan yerler vatan değil.
"Saldım çayıra, Mevlam kayıra." Türkiye uzun zamandan beri bu anlayışla yönetiliyor. Oysa devlet demek düzenleme demek, planlama demektir.
İnsanlar elbette istedikleri yere yerleşme hakkına sahiptirler. Ancak devlet de bazı düzenlemeler yaparak insanları yönlendirebilir. Mesela büyük şehirlerde yeni yerleri imara açmayı durdurursanız insanlar oralara gitme arzusu duymazlar. Büyük şehirlere yakın yerlerde sanayileşmeyi kısıtlarsanız insanlar oralara gidemezler. İş ve mesken bulamayacakları için gidemezler.
Örnek vererek anlatayım. İstanbul'a yerleşmeyi engellemek için yasa çıkarmaya gerek yok. İstanbul'un gittikçe büyümesine yol açan, imara açılan bölgeler ve dikilmeleri için ruhsat verilen yüksek binalardır. Bu izinler olmasaydı son 20-30 yılda İstanbul'a yerleşenlerin büyük bölümü gelmeyecekti.
Bu tedbirlere karşılık vatanın boş bırakılan yerlerinde modern yerleşim bölgeleri oluşturulabilirdi. Bundan sonra da iş işten geçmiş değildir. Bölgelerin özelliklerine göre oluşturulacak sanayi tesisleri, eğitim kurumları, turistik yapılanmalar o bölgeleri cazibe merkezi hâline getirebilir. O zaman insanlar bu yeni şehirlere kendi istekleriyle yerleşirler. Tabii yine planlamanın devreye girmesi şarttır. Yeni yerleşim yerleri, insanların her türlü ihtiyacını karşılayacak okul, hastane, alış veriş merkezi, ibadethane, çarşı, sanat merkezleri, kütüphane gibi tesislerle donatılmalıdır. Elbette bütün bunlar yapılırken bölgenin tabiat şartları, iklimi ve insan manzarası da dikkate alınmalı; bölgeye uygun bir estetikle bütünleştirilmelidir.
Vaktiyle Türkeş MHP'sinin tarım kent, Ecevit CHP'sinin köy kent projeleri vardı. Bugün de zaman geçmiş değildir. Gözlerimiz, Orta Çağ'dan kalma köy ve kasabalar yerine, birbiri üzerine yığılmış yüksek binalardan oluşan çarpık çurpuk sokaklı şehirler yerine içimizi açacak, gönlümüzü ferahlatacak şehircikler görmek istiyor. Gelişmiş ülkelerde şimdi "15 dakikalık şehir" kavramı var. Her tarafına yürüyerek veya bisikletle 15 dakikada gidilebilecek şehirler. Büyük şehirlerde genellikle metro ile birbirine bağlanacak semt şehircikler.
İki örnek vererek yazımı bitireyim. Kulu'da ve Sivrihisar'da oluşturulacak iki modern şehir. Ankara'dan Konya'ya ve Ankara'dan Eskişehir ile Afyon'a metro ile bağlanırsa bu yeni yerleşim yerleri insanların gönül rahatlığıyla oturacakları mekânlar hâline gelmez mi?
İki örneği bütün Türkiye sathına yayınız. O zaman "Bu vatan bizim." demeye daha çok hakkımız olur ve vatanımızı daha çok severiz.