Son Ülkücü
Nurullah Kaplan 01 Ocak 1970
Yaklaşık 30 yıl önceydi… Büroda sohbet ediyorduk, konu kader olunca konuşmamız uzayıp gitmiş, hava kararmaya başlamıştı… Çıkalım deyip ayaklanmıştık ama söz bitmemişti, koridorda, asansörde devam etmiş, iş hanın önünde kaldırımda sözü bağlamaya çalışırken Metin Abi geriye çekilip, kendi kaderimden bahsedeyim diyerek yeni bir fasıl açmıştı.
“Üniversite yolculuğuna Bafra’dan bir arkadaşımla beraber başlamıştık. Ailesi dışarı gitmesine razı değildi beraber olunca izin vermişlerdi. İstanbul’a birlikte gittik, üniversite yerleştirme imtihanına birlikte girdik. Yüksek puanlar almıştık, ben sıralamaya girmiştim, lâkin imtihanlar iptal edilip, yenilendi. Benim puanım yine yüksekti ama arkadaşımın puanı Bursa İktisadi Ve Ticari İlimler Akademisi’ne yettiği için kaydını buraya yaptırdı. Arkadaşımla beraber yola çıkmıştık, O’nu yalnız bırakmamak için ben de B.İ.T.İ.A.’ya kaydoldum. Ben okulu bitiremedim, iki yıl sonra tutuklandım, 11 yıldan fazla cezaevinde kaldım. Arkadaşım ise okulunu bitirdi, Bursa eşrafından birinin kızıyla evlendi, Bursa’ya yerleşti, iş adamı oldu.” Kader…
Akademide solcular çoğunluktaydı. Üstelik gittikçe azgınlaşıyorlardı. Ertesi yıl CHP, MSP ile birlikte hükümeti kurunca sol daha da azmıştı. Genel af ile salınan sol örgütçüler “sivil faşistleri” ezip geçerek devlet güçlerine yönelmeleri için silahlı eylemlerin artırılmasına karar vermişlerdi. Devrimin kırdan mı şehirden mi başlayacağına dair birbirleriyle olan tartışmaları dahi silahlı çatışmaya dönen sola karşı devlet tedbir almıyordu. Herkes kendi güvenliğini sağlayacaktı.
Kara Necati yaz tatilinde tanışacağın kişiler olacak, memlekete gitme burada kal dediğinden tatilin son günleri Bafra’ya gidip, aile ziyaretini yapabilmişti. Solun devrim teorisinin silahlı eylem üzerine kurulu olduğunu bildiğinden, korunmak için ihtiyacı olan silahı memleketinde tedarik etmenin yollarına bakmış, ancak muvaffak olamamıştı. Muhtemeldir ki babasından çekindiklerinden kimse ona silah satmamıştı. Güngörmüş, feraset sahibi birisiydi babası; memleketin gidişatının, durumun vahametinin elbette farkındaydı. Oğlunu tanıyordu, gözü pekliğini, haksızlık karşısında susmayacağını biliyordu. Hangi baba evladının itle köpekle dalaşmasına kayıtsız kalırdı ki? O da kalmadı.. vedalaşırken ettiği nasihatlerin yanı sıra kendi silahını oğlunun beline koymuştu.
Ne babası yanıldı ne de kendisi; sol eylemler hızla tırmandı; hem şiddetin derecesi artıyordu, hem de her gün olay oluyordu.
Yeni öğrenim döneminde Ocak 2. Başkanlığı görevi verilmişti. Başkan eğitim enstitüsünden, 2. Başkan ise akademiden seçiliyordu. Başkan teşkilatın silaha karşı olduğunu söyleyerek silahını kendisine vermesini isteyince hayır dememiş, başkanın dediğince davranmıştı. Atatürk Caddesi’nde, Tayyare Sineması önündeki kavgada silahlar patladığı gün silahsızdı. Ama kendisi hedef gösterilmiş, iftiralar ve yalancı şahitliklerle tutuklanmıştı; solun kurduğu tezgâh işlemişti. Mahkeme hâkimi, senin öldürmediğini biliyoruz ama kimin öldürdüğünü bildiğin halde söylemiyorsun, onun için ceza alacaksın demişti. Ve 19 yıl 8 ay ceza aldı.
Cezaevlerine Yusufiye dediler, medreseye çevirdiler. Orada vakit boldu. Bu bol vakitte hem öğrettiklerini, hem de öğrendiklerini sık sık söylerdi. Okunması gereken kitapları seçip, kütüphane kurdular, okuma saatlerinin yanına eğitim seminerlerini dahil ettiler. Daha sonra kaleme alacağı Teşkilat Ve İdare ile Ülkücü Dünya Görüşü kitaplarının temelleri bu eğitim çalışmalarında atılmıştı.
O eğitim faslı 10 Yıl 5 aylık mahpusluktan sonra dışarıda devam etti… İnegöl Çarşısı’ndaki Burçak Kırtasiye’de, Kamu Çalışanları Vakfı’nda, MÇP Osmangazi İlçe Teşkilatı’nda, Ülkücü İşçiler Derneği’ndeki sohbet ve seminerler Bursa’da Ülkücü camianın toparlanmasına hız vermişti.
Bu sohbetlerin değişmez konularından birisi de dağınıklığımızın sebepleriydi. Müşterek kaynaklardan beslenmediğimiz için birlikteliğimizin zayıflığına işaret eder, bunun aşılabilmesi için bütün ülkücülerin okuyacağı temel kaynakların belirlenip, yayınlanmasını elzem görürdü. Dokuz Işık, Mesele, Ülkü yolu kitaplarını bu minvalde değerlendirip, yayınlamıştı; Burçak Yayıncılık bu kitapların basılması için kurulmuştu. Üç Ay Radyo da bu gayretlerden beri değildi.
1992 yılında Teşkilat Ve İdare, 1996 yılında Ülkücü Dünya Görüşü kitaplarını yayınladı. 2000 Yılında Ülkücü Dünya Görüşü’nü genişletilmiş haliyle yeniden yayınladı.
Belgesel roman formatıyla yazdığı, uzun ve ısrarlı araştırmalarının eseri olan Matruşka / Kurşun Adres Sormaz (2002), Corps / Sarı-Kırmızı-Yeşil (2004), Desise / Abdi İpekçi Suikastı (2005), Fent / Orgeneral Eşref Bitlis Suikastı (2012) okumayı / yazmayı pek sevmeyen camiamızda olmasa da basın / yayın dünyasında ilgi görmüş kitaplarıdır.
İnsanlar ancak eserleriyle iz bırakabilirler; bir fikir adamının eseri yazdıklarıdır, makaleleri, kitaplarıdır…
O bütün makalelerini, bütün kitaplarını bir yana Ülkücü Dünya Görüşü’nü bir yana koyardı. Diğer kitapları kütüphane raflarında kalsalar bile Ülkücü Dünya Görüşü hayatın içinde olmalıydı, bir hayat tarzı, bir dünya görüşü olarak ete kemiğe bürünmeli, ülkücülüğe hayat vermeliydi. O biliyor ve inanıyordu ki ülkücülerin yaşaması ülkücülüğün yaşamasına yetmeyecekti. Ülkücü Dünya Görüşü kitabını 1996 yılında bu inançla yayınlamıştı. O günden son anına kadar da elinden geldiğince bu inancın gereğini yapmaya gayret etti.
O, ülkücülüğü yaşatmaya çalışan son ülkücüydü.