« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Mar

2023

Depremin altında kalan kim?

Hakan Paksoy 01 Ocak 1970

28 Şubat 2022, ağabeyim Sadi Somuncuoğlu’na İlahî emrin tebliği edildiği gün. Gideli bir yıl oldu. Bu hafta onu yazmak, anmak ve anlatmak vardı. Ama o da olsa yaşadığımız olağanüstü durumu yazardı. Ben de öyle yaptım. Hayatını adadığı Türk Milleti ve Türk dünyası için yazmak aynı zamanda onun izinden gitmek demekti. Biz de bayrağı ileriye taşımaya söz vermiştik. Aziz ruhu şad olsun.

Bir hakkı teslim etmek gerekir ki Türk Milleti deprem haberi geldiği andan itibaren ayağa kalkmış ve imdada yetişmiştir.

“Depremde ‘İki taş atmaya’ gidenler” yazı dizisinde de bundan bahsetmeye çalıştım. Yazarken yutkundum da. Dikkatli yazmaya çalıştım. Yardıma koşanları da yardım edilenleri de incitmemek gerekiyordu. Ama artık Türkiye’nin özel şartlarına biraz daha mercek tutmak gerekiyor. Hem bugün için hem de Türkiye ve Türk Milleti’nin yarınları için çok önemli.

“Üstte mavi gök çökmedikçe /altta yağız yer delinmedikçe”
İlk andan itibaren “Devlet enkazın altında kaldı” cümlesi sık duyuldu. Görülen o ki enkazın altında kalan devlet değil, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) oldu. Çünkü 16 Nisan 2017’de “Kanunun açık hükmüne aykırı bir içtihatla Türkiye’nin yönetim sisteminin değiştirilmesine karar verilmişti. İşte o zaman mavi gök çökmüş, yağız yer delinmiş, töre (hukuk) bozulmuştu. Töre bozulunca il (devlet) de bozuldu. Bilge Kağan 1300 yıl önceden uyarmıştı hani: “Üstte mavi gök çökmedikçe /altta yağız yer delinmedikçe ilini ve töreni kim bozabilir?”

Ama 21’inci yüzyıldaki Türklerin yöneticileri Türk’ten farklı kimlik taşıdıklarını düşünüyorlardı. Bizzat kendileri bozdular. Yüzyılların birikiminden vazgeçildi. Hem de hiç ayırt etmeden. Devletimize yeni doğmuş çocuk gibi davrandılar. Her şeyi yeniden öğretme iddiasındaydılar. Koca Türk İl’ini (devletimizi) ağzında emzikle, altı bezli hâle getirdiler. Olmadı tabi.

Türk Milleti böyle âfetlerin ilk saatlerinde, “Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kızılay arama – kurtarma faaliyetlerine başladı. Kızılay bölgeye çadır ve seyyar mutfak sevk etti.” benzeri sözleri duymaya alışkındı. Bu sefer hiç duyulmadı. Bölgenin ihtiyaçları çok büyük oranda Türk Milleti, belediyeler ve gönüllüler tarafından karşılandı. Yemek, yönetim, sevk ve idare, ilk arama kurtarma çalışmaları…

STK görünümlü tarikat ve cemaatler de oldukça fazlaydı. Çok dikkat çekiciydi. Son model ve donanımlı araçlarla oradaydılar. Türkiye’yi yakından tanımayanlar onları devletin kurumları bile sanabilirdi. Sakallı, sarıklı, cüppeli ve şalvarlıydılar. Ordu’ya, Kızılay’a talimat vermeyen Türkiye’yi yönetenler de böyle düşünülmesini istemiş olabilirler miydi sorusunu düşündürecek kadar çok görünür hâldeydiler.

Devlet şirketleşince, kurumlar holding kurdu
Kızılay ticari işletmeler kurarak holdingleşmişti. Bu yazı için bilgisayar başına oturduğumda, Kızılay’ın deprem telaşı içinde Ahbap’a ve Türk Eczacılar Birliğine çadır sattığı haberi vardı. Konserve yiyeceklerden de satmıştı. Eğer konserveler bağışlardan hazırlanmış olanlarsa bu satış daha vahim bir durumdur da. Hoş, CHS konuşulurken “Devleti şirket gibi yönetmek” sözü bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan çok duyulmuştu. Şirket kâr amaçlıdır ve Kızılay da artık holding sahibi. Ve daha dün (26 Şubat) akşam memleketim Maraş’tan çadır temini için yardım isteyen depremzede beni aradı.

İlk andan itibaren yardıma koşamayan kurumlardan bahsedildi. Özellikle de Türk Milleti’nin gözü askerini aradı. Onun varlığı kendisine güven veriyor, canını ve namusunu emanet ediyordu. Onlar kendi evladıydı ve evladını da yanında istiyordu. 2300 yıllık tarihinde, 1807’deki Kabakçı Mustafa İsyanı ve 15 Temmuz gibi arızî dönemler hariç, böyle de olmuştu.

Bütün bunların yerine, 2009 yılında kurulup, 2018’de İçişleri Bakanlığına bağlanan AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) görev yapıyor. Bütün bu değişiklikler bizden öncesi yanlış anlayışının sonucu olarak yaşanıyordu.

Bu yazıya başlarken geçmiş yazılarıma bir göz attım. Benzer durumlarda hep aynı cümleler kurmuşum. Deprem, sel, yangın… hepsinde de yaşananlar neredeyse aynı. Manavgat yangınında bir yörüğün “Ben devletimi istiyorum” çığlığı arşivlerde duruyor. Değerli ağabeyim Prof. Dr. İskender Öksüz’ün Manavgatlı köylünün yürek yangını üzerinden yok edilen kurum kültürlerinin ne kadar önemli olduğunu yazmıştı. 21’inci yüzyılın başından beri hızla irtifa kaybeden uçak gibiyiz. Kaptan pilotun yani Türk Milletinin müdahale etmesi zamanı yaklaşmakta.

Az gittik uz gittik, bir de baktık ki…
Türkiye, bu sefer on ilinde büyük çöküntü yaşıyor. Çok büyük bir nüfus etkilendi. İnsanlar geçici barınma ve psikolojik etkiden kaçmak, çocuklarının geleceği gibi düşüncelerle yurdun dört bir yanına dağıldılar. Demografik bir değişime doğru gidiyoruz.

Bu kadar büyük problemlerin altından tek adam yönetimi CHS ile çıkabilir miyiz, buna bakmak gerekiyor. Devlette yaşanan başkalaşmanın, yılların birikiminin yok sayılmasının acı sonuçlarını her meselede yaşamaktayız. Deprem haberi geldikten sonra niçin geç kalındığı sorgulanıyor.

İstanbul’daki Balıklı Rum Hastanesi yangınının söndürülmesi dâhil her olayda Cumhurbaşkanı talimatlarından bahsedenler bugün suçlu arıyorlar. Kimileri Cumhurbaşkanı’nı işaret ediyor kimileri İçişleri Bakanı’nı. Ancak kişilere bakmak olayı anlatacaktır. Bizler olguya yani sisteme bakıp geleceğe hazırlanmak durumundayız.

“Bugün Türkiye 200 yıllık kadim bir tartışma konusu olan yönetim sistemi konusunda tarihî bir karar vermiştir. Bu karar sıradan bir olay değildir” bu cümleler yazılarımı takip edenler için yabancı değildir. 16 Nisan 2017 referandumunun akşamında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan açıklama. Tarihle hesaplaşan ideolojik bir yönetim anlayışının tezahürü olduğu açıkça görünüyordu.

“Cumhurbaşkanı; Devletin başıdır. Yürütme yetkisi cumhurbaşkanına aittir. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletinin birliğini temsil eder” ifadeleri Bir Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nden. Artık ne Anayasa’da ne de yasalarda bakanlar kurulu yok. Her karar Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu altında. Artık devlet Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan yönetilmekte.

Zaman zaman bakanlıkların günlük hayata müdahale yetkisi tartışılıyor. Eğer sonuç halkın homurdanmasına sebep oluyorsa suçlu aranmakta. Tıpkı askeri kim çıkarmadı sorusuna cevap aranırken yaşananlardaki gibi. Ancak her fırsatta Cumhurbaşkanı’nın başkomutanlık vurgusu yaptığı sistemde suçlanacak sorumlu aranması da oldukça manidar doğrusu.

Tarih yok sayılsa da vardır
Müdahalede geç kalan kurumlardan eski davranışları beklerken onların şimdiki yapılarına da bakmak gerekiyor. TSK’nın mevcudu, imkân ve kabiliyetleri, siyasetin yönetimindeki ağırlığı gibi bilgiler, bizi biraz daha sağlıklı düşünmeye yöneltecektir.

Zorunlu askerlik süresi kısaltıldı. Bedelli devam ediyor. AKP Genel Başkanı Erdoğan 12. 06. 2019 tarihli grup toplantısında “Bugün toplamda 419 bin olan Türk Silahlı Kuvvetleri mevcudunun 200 bine yakın … muvazzaf personelden oluşmaktadır. Kritik görevlerde, özellikle terörle mücadelede vazife üstlenen tüm birliklerimiz, muvazzaf askerlerden teşekkül etmektedir. Yükümlüler daha çok kıta görevlerinde, geri hizmetlerde değerlendiriliyor. Yeni askerlik kanunuyla yükümlülerin yarıya yakını hemen terhis olacak.” bilgilerini vermişti. 200 bine yakın muvazzaf, 200 binden fazla mükellef. Ve o dönemde yarısı hemen terhis edilmiş. Bu sayılara göre o dönem TSK’nın mevcudu 300 – 310 bin civarında.

Peki, TSK’nın derhal sahaya çıkmamasında bunun etkisi nedir, bu konuda bir sözü olan var mıdır? Dünyanın en güçlü ordularından birisi bu hâle nasıl getirildi? Yaman sorular değil mi?

Gelin konuyu biraz daha açalım. Suriye’de TBMM teskeresiyle asker bulunduran, Yunanistan’a “Bir gece ansızın gelebiliriz” dediğimiz bir dönemde imkân ve kabiliyetlerimiz ne kadardır?

Türk Milleti’nin iftiharı TSK’ya bakışı, AFAD’ın, Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP)’nda kendini gösteriyor sanki. Planda bakanlıklar ve kuruluşlar ismen yer almakta. Diyanet, MİT, THY, TÜBİTAK… Ama Türk Silahlı Kuvvetleri hep “Millî Savunma Bakanlığı (Genelkurmay Başkanlığı)” diye yazılmış. Bu üslup çok dikkat çekiyor.

2300 yıllık Türk Ordusu Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti’nin gözbebeğidir. Bu vatanın da güvenliğinin teminatı. Üzerine titrenmelidir. Aksi takdirde yine ve yeni paralel devlet yapılanmalarının cesaret bulacağı ortamlar yaratılmış olacaktır.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,45 M - Bugn : 2487

ulkucudunya@ulkucudunya.com