Kurt Kapanı
Hakan Paksoy 01 Ocak 1970
Tarih 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasını değişik kaydedecek görünüyor. 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri yapıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Ama ilginç bir şekilde, ikinci tur açıklaması önce AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından balkonda yapıldı. Bunu Yüksek Seçim Kurulu Başkanı’nın, sonra da Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları izledi. Hâlbuki ilk önce YSK sonra adaylar konuşmalıydı. Normal olanı da buydu.
Dört adayla başlayıp üç adayla biten ilk turda, Türk milliyetçilerinin adayı olmak iddiasıyla ortaya çıkan Sinan Oğan %5,17 oy aldı. Seçim sürecinde yaşananlardan anlaşıldığı kadarıyla Oğan’a oy verenlerin hepsi milliyetçi de değildi.
İki seçim arasındaki bayram
Hani, “İki bayram arasında düğün olmaz” diye bir hurafe var ya, aslında iki seçim arasında bayram olmuyormuş.
İki tarih arasındaki 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı da kaynadı gitti. Kaynadı diyorum çünkü bayram kutlamasında sadece protokol gereği yapılanlar vardı. Hâlbuki 19 Mayıs Türk tarihinin dünyaya örnek olan döneminin başlangıcıydı. Ama herkesin kafası cumhurbaşkanı seçimine kilitlenmişti. Dolayısıyla Atatürk’ü anlamaktan ziyade seçim başarısı öne çıktı. Seçim için de en kullanışlı iki husustan birisi din diğeri de Atatürk ve milliyetçilikti. Yakın zamana kadar Atatürk’ün adını anmayan partiler Atatürk’le ilgili seçim videoları bile yaptırdı.
Adaylardan Sinan Oğan sosyal medyadan yaptığı bir açıklamasında: “Türk Milliyetçiliği ve Atatürkçülüğü ülkenin ana gündemlerinden birisi haline getirdik … Türk milliyetçilerini kilit konumuna yükselttik” iddiasındaydı. Elbette insanlar düşüncelerini özgürce ifade edebilirler. Ancak Atatürk, zaten Türk Milleti’nin hep ana gündemi ve gönlünde en mutena yerde yaşamaya devam ediyor. Naçiz vücudu toprak olan o yüce insan, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere bütün eserleriyle yaşıyor. İlelebet de pâyidar olacak.
Peki, Türk milliyetçiliği ve milliyetçiler kilit mi? Ona farklı açıdan bakalım.
Türk’ün Kutup Yıldızı: Nutuk
Hani gemiciler daha pusula icat edilmeden Kutup Yıldızı’na bakarak yön tayin ederlermiş ya. Biz de Büyük Nutuk’a bakalım. Cennetmekân Atatürk’ün Nutuk’unun başlangıç cümlesi bizim de düşünce rotamızı belirlesin. Onun açtığı yoldan gidelim. “1335 (1919) senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye” cümlesini bugüne uyarlayalım.
2023 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü vaziyet ve manzara-i umumiye:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, boksörlerin antrenman yaptığı kum torbası gibi oldu. Gelen vuruyor giden vuruyor. Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyeceğinin hükme bağlanmış maddeleri siyasetin pazarlık malzemesi hâline geldi.
Bunların da başında Türk tanımı geliyor. Yani siyaset pazarlığı Türk kimliği üzerinden yapılıyor. Devletin değiştirilemeyecek özellikleri de bu pazarlığın konusu. Hem de bu pazarlık, Türk milliyetçileri tarafından ülkeyi bu hâle getirenlerle yapılıyor. Hâliyle pazarlık varsa, taviz de olabilecek demektir. Çünkü pazarlıkta iki taraf vardır. Anlaşabilmek için iki taraf da adım atmak zorunda kalabilirler. Ya da en hafifinden Türk kimliği ve devletin değiştirilemeyecek özellikleri daha rahat tartışılabilir duruma gelmiş demektir.
Buna düşünce özgürlüğü diyenler çıkabilir. Ama konu özgürlük sınırlarını fersah fersah aşmaktır. Türk kimliği, millet için yerküreyi koruyan atmosfer tabakası gibidir. Milletin birliği ve bütünlüğünü korumaktadır. Ona zarar verecek en küçük hareket ozon tabakasının incelmesine benzer. Ve devletin yani egemenliğin sahibinin adı tartışma konusu bile yapılamaz.
Denge denetim mekanizmasının hiç çalışmadığı seçim sürecinde, daha da açığa çıkan bir tek adam yönetimi ve adaletin yokluğa doğru yaklaşması, güvenlik, dış politika, işgal edilmiş Türk toprakları meselesi… Neredeyse çökmüş bir eğitim ve sağlık sistemi. Çok büyük ekonomik problemler, iflas etmek üzere sosyal güvenlik, sığınmacı ve dünyanın her yerinden elini kolunu sallayarak gelenler, bozulmuş demografik yapı… Her biri birbirinden büyük güvenlik problemleri yaşanıyor. Tam bir beka meselesi yaşanıyor.
Bütün bunlar memleketin manzara-i umumiyesi…
İktidarın dayanılmaz cazibesi
İktidara bu kadar yakın olmak çok çekici. Tıpkı mıknatısın demir tozlarını çekmesine benziyor. Ancak iktidar aynı zamanda çok bozucu. Kavga sebebi de. Ve bu kavga gerçekleştiği takdirde, Türk Milletinin karşı karşıya bulunduğu tehdit lehine büyük avantaj haline gelecektir.
Atatürk ve arkadaşları milliyetçiydiler. İşgalciler de dâhil bütün dünya arşivlerindeki belgelerde milliyetçi oldukları var. Onlar milliyetçilik iktidar olsun diye değil, vatan kurtulsun diye ortaya çıktılar. Hedefleri kendilerinin iktidar olması da değildi. Ama başarı iktidarı getirdi. Yeni bir devlet kurdular. Çok değil birkaç yıl sonra acımasız bir rekabet başladı. Ancak artık vatan kurtulmuş ve devlet kurulmuştu. Yaşananlar olabilecek şeylerdi.
Demem o ki siyasi rekabet için, iktidâr mücadelesi için çok ama çok erken. İktidar olduğunuzda elimizde devlet kalmayacak bir süreç yaşanıyor çünkü.
Peki, bu manzaranın tek sorumlusuyla birlikte hareket etmeyi, gelecekte yanlış yapacaklarını düşündüklerine (!) tercihin sebebi nedir? Cumhurbaşkanı adaylarından birisine sorduklarına aldığı cevaplar için “Gözlerimi kapadığımda kendimi duyuyorum sanki” diyenlerin hâlâ sessiz kalması ne anlama gelmektedir? Bu sorular da zorlu cevapları da.
Bütün bu yaşananlar karşısında insanlar Salim Başol’un, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” sözünü akıllardan kovmakta güçlük çekiyorlar.
Türk Milleti, hür ve bağımsızlığına âşık insanlardan müteşekkildir.
Anayasanın Başlangıç bölümü, “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda” diye başlar, “Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” diye biter.
Anayasa’ya ve yasalara sadakat da vazgeçilmez bir vatandaşlık görevidir. Bu sadakat aynı zamanda hukukun üstünlüğüne ve kanun hâkimiyetinedir.
Ve Prof. Dr. Konuralp Ercilasun’un dediği gibi, Türk milliyetçiliği bir camia meselesi değildir. Bir ruh meselesidir. Bu ruha zarar verecek her türlü hareketten kaçınılmalıdır.