Cafer es-Sadık
Mustafa Öz 01 Ocak 1970
80 (699) veya 83 (702) yılında Medine’de doğdu. Babası İsnâaşeriyye’nin beşinci imamı Muhammed el-Bâkır, annesi Hz. Ebû Bekir’in torunu olan Kāsım b. Muhammed’in kızı Ümmü Ferve’dir. Böylece Ca‘fer es-Sâdık’ın soyu baba tarafından Hz. Ali’ye, anne tarafından da Hz. Ebû Bekir’e ulaşmaktadır. Künyesi büyük oğlu İsmâil’e nisbetle Ebû İsmâil ise de onun kendisinden önce vefat etmesi sebebiyle daha çok Ebû Abdullah, bazan da Ebû Mûsâ diye anılmıştır. Lakaplarının en meşhuru Sâdık olup Sâbir, Fâzıl, Tâhir ve Âtır lakaplarıyla da zikredilmiştir.
Dedesi Zeynelâbidîn’in ölümü sırasında on beş yaşında olan Ca‘fer es-Sâdık, ilk bilgileri ondan ve babası Muhammed el-Bâkır’dan aldı. Babasının on dokuz yıl süren imâmetinden sonra kendisi de otuz dört yıl aynı vazifeyi devam ettirdi.
Şiî âlimler, Hz. Ali’nin Hasan ve Hüseyin’i kendisinden sonra imam tayin ettiği gibi Muhammed el-Bâkır’ın da oğlu Ca‘fer’i imam olarak belirlediği görüşündedirler. Onlara göre Bâkır, “Biz yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak, yine onları vârisler yapmak istiyoruz” (el-Kasas 28/5) meâlindeki âyette ifade edilen kimseler arasında Ca‘fer es-Sâdık’ın da bulunduğunu belirtmiş, vefatı sırasında ona, mensuplarına karşı iyi davranmasını tavsiye etmiş ve kendisine “kāim”in kim olacağı sorulduğunda eliyle Ca‘fer’e dokunarak, “Hz. Peygamber’in âl-i beytinin kāimi budur” diye cevap vermiştir. Onun bu ifadeleri, Ca‘fer es-Sâdık’ın imâmeti konusunda mütevâtir deliller olarak kabul edilmiştir (Tabersî, s. 267-268, 273-276; Meclisî, XLVII, 12-15).
Uzun süren imâmet devresinde çeşitli kesimlere mensup geniş İslâm toplumuyla iyi münasebetler kuran Ca‘fer es-Sâdık, Sünnî kaynaklarda da daima hürmetle anılan ilmî bir şahsiyet olarak benimsenmiştir. Emevî ve Abbâsî devirlerini idrak eden ve mensubu olduğu Hâşimîler’in imamı olarak onların durumunu korumaya çalışan Ca‘fer, amcası Zeyd b. Ali’nin isyan edip öldürülmesinden sonra (122/740) ağırlaşan şartların tesiriyle siyasetten tamamen uzaklaşmış, Medine’de ilimle meşgul olmuş ve bu şekilde Emevîler’in baskılarından kurtulabilmiştir. Abbâsîler devrinde de siyasî-idarî tutum açısından önemli bir değişikliğin olmadığını görerek kendisini ilme vakfetmiştir. Özellikle amcazadeleri Muhammed en-Nefsüzzekiyye ile İbrâhim b. Abdullah’ın 145 (762) yılındaki isyanlarına muhalefet etmiş, onlara başarılı olamayıp öldürülebileceklerini söylemiştir. Hadiselerin Ca‘fer es-Sâdık’ın tahmin ettiği istikamette gelişmesi, daha sonra Şîa tarafından onun geleceği bilmesi şeklinde değerlendirilmiştir.
Ca‘fer es-Sâdık Medine’de vefat etti. Şiî rivayetler onun Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından zehirlenerek öldürüldüğü şeklindedir. Cenazesi Cennetü’l-bakī‘da babası Muhammed el-Bâkır ve dedesi Zeynelâbidîn’in kabirlerinin yanına defnedildi. Mezarı Vehhâbîler’in tahribine kadar ziyaret mahalli olarak kalmıştır. Ca‘fer es-Sâdık’ın, amcası Hüseyin b. Ali Zeynelâbidîn’in kızı olan ilk hanımı Fâtıma’dan İsmâil, Abdullah, Ümmü Ferve; Hamîde el-Berberiyye adlı ikinci hanımından Mûsâ, İshak, Fâtıma, Muhammed; diğer hanımlarından da Abbas, Ali ve Esmâ olmak üzere on çocuğu olmuştur. Ölümünden sonra Şîa, oğulları İsmâil adına kurulan İsmâiliyye ve Mûsâ el-Kâzım’ı imam tanıyan İsnâaşeriyye olmak üzere iki büyük gruba ayrıldı.
Hadis, tefsir, fıkıh, akaid, cedel, lugat ve tarih gibi alanlarda yoğun bir faaliyetin görüldüğü, değişik fikir ve görüşlerin fırkalaşmayı meydana getirmeye başladığı II. (VIII.) yüzyılda İslâmî konulardaki düşüncelerini daha toplayıcı bir tarzda ortaya koyan Ca‘fer es-Sâdık, bununla birlikte sapık fırkalarla mücadele etmekten de geri durmamıştır. Bu sebeple çağdaşlarının takdirini kazanmış, ancak çeşitli zümreler onun farklı meziyetlerini ön plana çıkarmışlardır. İsnâaşeriyye’ye göre o bütün gizli, felsefî, tasavvufî, fıkhî, kimyevî ve tabii ilimlere, ayrıca Zebûr, Tevrat, İncil’e ve İbrâhim’in suhufuna, Hz. Fâtıma’nın mushafına, her türlü helâl ve harama, geçmiş ve gelecekteki bilgi ve haberleri ihtiva eden cefr ilmine vâkıftır; ilâhî ilimlerin taşıyıcısı ve Şîa’nın altıncı imamıdır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Mûsâ ve Hızır kıssasındaki ihtilâfta her ikisinin de haberdar olmadığı hususları bilen, başlangıçtan kıyamete kadar olmuş ve olacak her şeyi Hz. Peygamber’den veraset yoluyla öğrenmiş olan kimsedir (Küleynî, I, 223-227). Hattâbiyye, Bezîgıyye, Umeyriyye, Nâvûsiyye ve Mufaddaliyye gibi müfrit Şiî fırkaları, İsmâiliyye imamları ve dolayısıyla Ca‘fer es-Sâdık hakkında bundan daha aşırı fikirler ileri sürerken (Mufaddal b. Ömer el-Cu‘fî, tür.yer.) onun Ali’den üstün, mehdî, peygamber ve hatta ilâh olduğunu iddia etmişlerdir (Nevbahtî, s. 37-41; Eş‘arî, s. 11-13, 25-28). Buna karşılık Ehl-i sünnet Ca‘fer’i hadisle uğraşan, fıkıhta müctehid derecesine ulaşmış, sezgi gücü yüksek, doğru sözlü, nakline ve görüşlerine güvenilir bir hadis ve fıkıh âlimi olarak değerlendirmektedir (fıkhî görüşleri için bk. CA‘FERİYYE).
Hadis ilminde sika kabul edilen Ca‘fer es-Sâdık’ın kendilerinden hadis rivayet ettiği kimselerin başında babası ile anne tarafından dedesi olan Kāsım b. Muhammed b. Ebû Bekir gelmektedir. Bunlardan başka Ubeydullah b. Ebû Râfi‘, Urve b. Zübeyr, İkrime el-Berberî, Atâ b. Ebû Rebâh, Nâfi‘ ve Zührî’den de rivayette bulunmuştur. Mâlik b. Enes, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Ebû Hanîfe, İbn Cüreyc, Ebû Âsım en-Nebîl, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Yahyâ el-Kattân, oğulları İsmâil, Muhammed, Mûsâ el-Kâzım, İshak ve Şîa kaynaklarında sayıları 4000’e ulaştığı belirtilen kimseler kendisinden hadis dinlemiş ve rivayette bulunmuşlardır. Rivayetleri Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i dışında Kütüb-i Sitte’de yer almıştır. Buhârî’nin bu eserinde Ca‘fer’den rivayette bulunmaması, onun hadis konusunda zayıf oluşu yüzünden değil meclisine girip çıkan bazı kimselerin kendisinin söylemediği münker ve mevzû hadisleri ona isnat etmeleri sebebiyledir (Şeybî, I, 194). Nitekim Buhârî el-Edebü’l-müfred’inde ve diğer eserlerinde onun rivayetlerine yer vermiştir. Ca‘fer es-Sâdık’ın Ebû Hanîfe ile Medine ve Irak’ta, Amr b. Ubeyd, Vâsıl b. Atâ ve Hafs b. Sâlim ile de Mekke’de ilmî münakaşalar yaptığı bilinmektedir. Zürâre b. A‘yen ile kardeşleri Bekir ve Hamrân, Cemîl b. Sâlih, Muhammed b. Müslim et-Tâifî, Büreyd b. Muâviye, Hişâm b. Hakem, Hişâm b. Sâlim, Ebû Basîr, Muhammed el-Halebî, Abdullah b. Sinân, Ebü’s-Sabbâh el-Kinânî öğrencilerinden bazılarıdır.
Ca‘fer es-Sâdık tasavvuf tarihinde de önemli bir yere sahiptir. İlk sûfîlerin hayat hikâyelerini anlatan Ebû Nasr es-Serrâc, Ebû Tâlib el-Mekkî, Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî ve Abdülkerîm el-Kuşeyrî gibi mutasavvıf müelliflerin ondan hiç bahsetmemiş veya nâdiren atıfta bulunmuş olmalarına karşılık Ebû Nuaym el-İsfahânî Hilyetü’l-evliyâʾda kendisine geniş yer ayırmıştır (I, 3-20). Attâr ise Tezkiretü’l-evliyâʾ adlı eserine onunla başlar. Bütün sûfîlerin evliyadan saydıkları Ca‘fer es-Sâdık tarikat silsilelerinde de önemli bir yer tutar. Nakşibendiyye ve Bektaşiyye mensupları ona tarikat silsilelerinde yer verir, Bâyezîd-i Bistâmî’yi onun müridi olarak görürler (Abdülmecîd el-Hânî, s. 180-188). Bir tarikat olmaktan çok tasavvufî bir tavrı ifade eden Aşkıyye mensupları silsilelerini Ca‘fer es-Sâdık’la başlatırlar. Ni‘metullāhiyye, Nûrbahşiyye ve Zehebiyye gibi Şiî tarikatları da onun tasavvuf bakımından önemini kabul etmişlerdir. Bununla beraber genel olarak Şîa Ca‘fer es-Sâdık’ın tasavvufla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, sûfîleri kendisine düşman bildiğini ve onlarla mücadele etmeyi dinî bir görev saydığını ileri sürerler (Ma‘sûm Ali Şah, I, 209; Müderrisî, s. 180-188). Cefr, havas, tılsım gibi birtakım gizli ilimlerin, gaybı ve geleceği bilme ile ilgili bazı olağan üstü yeteneklerin ona nisbet edilmesi (İbn Haldûn, I, 781, 797; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 591), daha ziyade son dönem mutasavvıfları için ilgi çekici olmuş, bu ise birçok hurafî inanç ve uygulamaların ortaya çıkmasına yol açmıştır (Şeybî, I, 192-210).
İnsanların din konusunda bilmeleri zaruri olan başlıca hususları, Allah’ı kâinatın yaratıcısı ve yöneticisi olarak tanımak, O’nun nimetlerini ve O’na karşı yapılması gereken vazifeleri bilmek, küfür ve irtidada sebep olacak şeylere vâkıf olmak şeklinde gösteren (Şeyh el-Müfîd, s. 282) Ca‘fer es-Sâdık’a göre Allah hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de O’na benzemez. Allah kulların tasavvur ettiği her türlü hayal ve vehmin ötesindedir, gözler O’nu idrak edemez. Ca‘fer, Hz. Peygamber’in mi‘racda Allah’ı görüp görmediği hususu kendisine sorulduğunda “kalbiyle gördü” şeklinde cevap vermiştir (Aʿyânü’ş-Şîʿa, I, 661). İnsanların ihtiyarî fiillerinin kendilerine nisbet edileceğini, fiillerin hayır veya şer olmasından dolayı mükâfat ve ceza göreceklerini belirten Ca‘fer es-Sâdık, kıyamet gününde Allah’ın bütün mahlûkatı toplayacağını, onları emirlerini yerine getirmemekten dolayı mesul tutacağını, iradeleri dışında mâruz kaldıkları şeylerden dolayı ise sorumlu tutmayacağını söylemiştir (Şeyh el-Müfîd, s. 282). Büyük günah işleyen kimsenin durumu hakkında ona nisbet edilen görüş, günahkâr müminin günahı miktarınca azap gördükten sonra cehennemden çıkıp cennete gireceği şeklindedir. Ona göre büyük günahlar şirk, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, ebeveyne itaatsizlik, adam öldürmek, namuslu kadınlara zina isnadında bulunmak, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, yalan yere yemin etmek, ribâ, zina, hıyanet, zekât vermemek, yalancı şahitlik, içki içmek, namazı terketmek, ahdi bozmak, akrabalık münasebetini kesmek, yalan söylemek, Allah’a karşı nankörlük, ölçü ve tartıda hile yapmak, livâta ve bid‘at olmak üzere yirmiyi aşkındır (Meclisî, XLVII, 216-217; Aʿyânü’ş-Şîʿa, I, 663).
Kur’ân-ı Kerîm tefsirinin re’ye dayandırılmasını tasvip etmeyen Ca‘fer es-Sâdık, böyle bir tefsirde isabet edilse bile sahibinin Allah katında bir ecir elde edemeyeceğini söylemiştir. Re’y ile yapılan tefsiri tamamıyla kabul veya reddetmeyen İmâmiyye ise imamların beyanına aykırı olan açıklamalara karşı çıkmaktadır.
Ca‘fer es-Sâdık’tan nakledilen, “Takıyye benim ve atalarımın dinidir, takıyyeye uymayanın dini yoktur” ve, “Durumumuzu ifşa eden onu inkâr eden gibidir” şeklindeki sözler, başkalarının bilmediği, kendisinin de yayılmasını istemediği ve özellikle devlet yönetimini ilgilendiren bazı düşüncelerinin bulunduğu izlenimini vermektedir. Fakat muhtemel tehlikeleri önlemek amacıyla konulan bu prensip, daha sonraki Şiî fırkalarınca zaman zaman istismar edilmiş, sübjektif sebeplerle inançlarını gizleme, prensiplere aykırı davranma ve taahhütlerini yerine getirmeme gibi uygulamalara yol açmıştır. Bedâ konusundaki Şiî düşüncesi de oğlu İsmâil’in erken ölümü dolayısıyla ona nisbet edilmiştir (Nevbahtî, s. 55). Gerekli şartlar hazırlanmadan devlet reisine isyan etmenin faydadan çok zarar getireceğini düşünen Ca‘fer es-Sâdık, babası Muhammed el-Bâkır ve dedesi Zeynelâbidîn’in yolunu takip ederek fitneden mümkün olduğu kadar uzaklaşmaya gayret göstermiş, Muhammed en-Nefsüzzekiyye ile kardeşi İbrâhim b. Abdullah’ı da bu sebeple isyandan vazgeçirmeye çalışmıştır. Ehl-i sünnet kaynaklarında ise Ca‘fer es-Sâdık rec‘at, bedâ, tenâsüh, gaybet, hulûl ve teşbih ile ilgili hususlardan tamamen tenzih edilmiştir (Şehristânî, I, 166).
Şîa’ya göre imamların bilgisi hata ihtimali bulunmayan ledünnî bilgi türünden olduğu için Ca‘fer es-Sâdık’ın fıkıhla ilgili görüşleri de delillerinden istinbat edilerek ulaşılmış aklî bilgiler olmayıp Hz. Peygamber’den kendisine intikal eden ilâhî bilginin sonucudur. Bu sebeple o helâl ve haramlarla ilgili gerçekleri bilmek için diğer müctehidler gibi ictihad ederek belli bir hükme ulaşma durumunda değildir. Ehl-i sünnet âlimleri ise Ca‘fer es-Sâdık’ı, başta Kitap ve Sünnet olmak üzere dayanacağı kaynakları ve ictihadında uygulayacağı metotları bulunan ve kesinlikle mâsum olmayan bir müctehid olarak kabul etmektedirler.
Şîa grupları Ca‘fer es-Sâdık’a pek çok mûcize isnat etmiş, bütün dua ve dileklerinin kabul olunduğunu, dünyadaki bütün lisanları bildiğini iddia ederek (Meclisî, XLVII, 63-161) hemen her konuda söylenmiş hikmetli sözlerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu sözlere “nesrü’d-dürer” (saçılmış inciler) denilmektedir.
Ca‘fer es-Sâdık’ın tabii ilimler ve özellikle kimya konusunda geniş çalışmaları bulunduğu, nitrik asit ve kezzap ile tuz ruhunun karışımından meydana gelen ve altın eritmeye mahsus bir sıvı olan “aqua regia”yı (el-mâü’l-melikî, kral suyu) keşfettiği ve kimya konusundaki bilgilerini kabiliyetli gördüğü öğrencisi Câbir b. Hayyân’a öğrettiği yaygın rivayetler arasındadır (geniş bilgi için bk. el-Hâşimî, tür.yer.). Ancak bu rivayetlerin doğruluğu çok şüphelidir. J. F. Ruska, P. Kraus gibi bazı şarkiyatçılar kimya, cefr, havas gibi konularda Ca‘fer’e isnat edilen rivayetlerin asılsız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ruska’ya göre o dönemde Medine’de kimya ile ilgilenmeyi mümkün kılacak şartlar mevcut değildi; ayrıca “bu takvâ ehli insanlar”ın teorik veya pratik kimya bilgilerine ulaşmaları imkânsızdı. Ancak bazı araştırmacılar, Ca‘fer’in genellikle Medine’de yaşamakla birlikte Irak’a giderek bir süre orada kaldığını (Şehristânî, I, 166) ve kimya, tıp, astronomiye özel merakı olan ve bu alanda birkaç kitabın Arapça‘ya çevrilmesini sağlayan Hâlid b. Yezîd’in (Muâviye’nin torunu) halasının oğlu olduğunu dikkate alarak kimya ile ilgilenmiş olabileceğini belirtmişlerdir (Sezgin, IV, 129). Bununla birlikte gerek kimya gerekse cefr, tılsım, havas, hurûf gibi sırrî ilimlerde uzman olduğu, kitaplar yazdığı, öğrenciler yetiştirdiği, keşifler yaptığı yolundaki iddialar tamamen asılsız olmasa bile büyük ölçüde mübalağalıdır. Bu hususta kendisine isnat edilen görüş, bilgi ve eserlerin çoğu, aslında sonraki Şiî-Bâtınî zümrelere ait olup Ca‘fer’in bütün müslümanlar nezdinde saygı gören kişiliğini istismar etmek üzere ona izâfe edilmiştir. Nitekim Buhârî’nin, Ca‘fer’in yanına girip çıkanların onun ağzından hadis uydurduklarını göz önünde bulundurarak ondan nakledilen hadislere itibar etmemesi de daha hayatta iken çevresinin kendisi hakkında yakıştırmalar yapmaya başladığını göstermektedir.
Eserleri. Ca‘fer es-Sâdık’ın yüzlerce kitap ve risâle yazdığı ileri sürülmektedir. Bunların büyük bir kısmının ona nisbeti şüpheli olup yaşadığı dönem, çevresi, ilmî ve dinî şahsiyeti dikkate alınırsa bilhassa kimya ve cefr gibi konulara dair kitapların onun telifleri olması imkânsız gibidir. Bu konuda hayli müsamahakâr olanlar bile Ca‘fer’in bu alanlarda eser yazıp yazmadığının bilinmediğini söylemektedirler (Sezgin, IV, 129-130). Aslında Ca‘fer’in öğrencisi olduğunu söyleyen ve onu söz konusu ilimlerde otorite kabul eden Câbir b. Hayyân’ın bu ilimlerle ilgili bir tek eserinin bile adını zikretmemesi, bu eserler üzerindeki tereddütleri daha da arttırmıştır.
Ca‘fer es-Sâdık’ın zamanımıza ulaşan eserleri şunlardır: 1. Miṣbâḥu’ş-şerîʿa ve miftâḥu’l-ḥaḳīḳa. Ca‘fer es-Sâdık’ın dinî ve ahlâkî muhtevalı sözlerinin 100 babda ele alındığı bu eserin çeşitli yazma nüshaları British Museum’da, Meşhed ve Haydarâbâd Osmâniye Üniversitesi kütüphanelerinde bulunmaktadır. Kitap Delhi (1856), Tebriz (1278) ve Tahran’da (1314) yayımlanmış, ayrıca Farsça tercüme ve şerhiyle birlikte Hasan el-Mustafavî tarafından neşredilmiştir (Tahran 1363 hş.).
2. Tefsîrü’l-Ḳurʾân. En eski nüshası hicrî X. asra ait olan bu eserin Bankipûr, Bohâr ve Aligarh kütüphanelerinde yazmaları mevcuttur.
3. Kitâbü’l-Cefr. el-Ḫâfiye fi’l-cefr, el-Ḫâfiye fî ʿilmi’l-ḥurûf veya el-Ḫâfiye adlarıyla da anılan eserin yazma nüshaları British Museum’da, İskenderiye el-Mektebetü’l-belediyye, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye (Tal‘at), Süleymaniye (Cârullah) ve Köprülü kütüphanelerinde bulunmaktadır.
4. İḫtilâcü’l-aʿżâʾ. İnsan organlarındaki titremeler ve bunların sebep olduğu hastalıklardan bahseden eserin yazma nüshaları Berlin Staatsbibliothek ile Gotha, Topkapı (III. Ahmed) ve Kastamonu kütüphanelerinde mevcuttur.
5. Heyâkilü’n-nûr (es-Sebʿa). Tılsımdan bahseden bu eserin iki nüshası Bibliothèque Nationale ve Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir.
6. Esrârü’l-vaḥy. Hicrî X ve XIII. yüzyılda istinsah edilen iki yazması Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hamidiye ve Hasan Hüsnü Paşa) bulunan küçük bir risâledir.
7. Ḫavâṣṣü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm. Hicrî IV ve XI. yüzyılda istinsah edilmiş nüshalarının bulunduğu bilinen risâlenin bir yazması Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye’dedir.
8. Kitâbü’t-Tevḥîd ve’l-ihlîlce. Mufaddal b. Ömer’den rivayet edilen bu eser Tevḥîdü’l-Mufaḍḍal diye de anılır. Meşhed, Tebriz ve Kâzımiye kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunan eser, Kitâbü’t-Tevḥîd ve’l-edille ve’t-tedbîr adıyla 1329’da İstanbul’da basılmış, Fahreddin et-Türkistânî tarafından 1065’te (1654) Farsça’ya çevrilmiştir.
9. Risâletü’l-veṣâyâ ve’l-fuṣûl. Kimya ile ilgili olup Risâle fî ʿilmi’ṣ-ṣınâʿa ve’l-ḥaceri’l-mükerrem olarak da bilinir. Nuruosmaniye, Râmpûr ve Halep kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunan risâle Almanca tercümesiyle birlikte J. Ruska tarafından neşredilmiştir (Heidelberg 1924).
10. Duʿâʾü’l-cevşen. Birkaç varak hacmindeki risâlenin hicrî XI. yüzyılda istinsah edilmiş bir nüshası Bibliothèque Nationale’de bulunmaktadır (bu eserler hakkında daha geniş bilgi için bk. Sezgin, I, 529-530).
Bunların dışında Menâfiʿu süveri’l-Ḳurʾân, Kitâb fî is̱bâti’ṣ-ṣâniʿ, Esʾile ʿani’n-nebî, Münâẓaratü’ṣ-Ṣâdıḳ fi’t-tafżîl beyne Ebî Bekir ve ʿAlî, el-Edʿiyetü’l-üsbûʿiyye, Duʿâʾ, Kitâbü’ṣ-Ṣırât, Ḥırz, el-Ḥikemü’l-Caʿferiyye, Risâle fi’l-kimyâʾ, Taʿrîfü tedbîri’l-ḥacer, el-Edille ʿale’l-ḫalḳ ve’t-tedbîr, Risâle fî fażli’l-Ḥacer ve Mûsâ, İḫtiyârâtü’l-eyyâm ve’ş-şühûr, Maḥmûdâtü’l-eyyâm, Cedvel fî meẕhebi’s-sinîn ve’ş-şühûr ve’l-eyyâm, Melḥame, el-Ḳurʿa, Risâletü’l-feʾl, Sirâcü’ẓ-ẓulme ve es-Silkü’n-nâḍır gibi eserler Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilmektedir (geniş bilgi için bk. Brockelmann, GAL Suppl., I, 104; Sezgin, I, 528-531; Muhsin el-Emîn, I, 668-669).
Ca‘fer es-Sâdık hakkında yazılmış çok sayıda monografiden bazıları şunlardır: Meclisî, Târîḫu’l-İmâm Caʿfer eṣ-Ṣâdıḳ (Biḥârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, XLVII. cilt içinde); Aḫbârü’l-İmâm Caʿfer eṣ-Ṣâdıḳ maʿa’l-Manṣûr (Zâhiriyye Ktp., Mecmua, nr. 98/18); J. F. Ruska, Arabische Alchemisten II (Heidelberg 1924); Muhammed Yahyâ el-Hâşimî, el-İmâmü’ṣ-Ṣâdıḳ mülhimü’l-kimyâʾ (Halep 1959); Abdülazîz Seyyidülehl, Caʿfer b. Muḥammed (Beyrut 1954); Muhammed Ebû Zehre, el-İmâm eṣ-Ṣâdıḳ ḥayâtüh ve arâʾüh ve fıḳhuh (Kahire, ts.); Muhammed el-Halîlî, Ṭıbbü’l-İmâm eṣ-Ṣâdıḳ (Necef 1385/1966); Abdülhalîm el-Cündî, el-İmâm Caʿfer eṣ-Ṣâdıḳ (Kahire 1986).