İktidar: Ses ve Sembollerin Efendisi
Abdülkadir İlgen 01 Ocak 1970
Shakespeare, “Bütün dünya bir sahneden ibaret” der; teatral bir sahne.
Bu sahnenin en büyük oyuncusu ise devlettir. Dekoru bütün bir siyaset sahası olan bu sahnede drama, melodram, müzikaller, korku, komedi, bilimkurgu ve tarihsel olana kadar yığınla türle karşı karşıya gelinir.
Burada her şey sahneye konulmuş ve drama vasıtasıyla ispatlar sunan bir sosyolojidir. Yunanca drama terimi de bu durumu açıklamak ister gibi “eylemek” ve “hareket halinde olanı temsil etmek” anlamında kullanılmış. Kurgu ve sahneyi anlatan iki kelime, kuram (théorie) ve tiyatro (théâtre) sözcüklerinin akraba olması da bu anlatıyı destekler.
Zaten Antik Yunan sitesi bir bütün olarak büyük mitler ve bunları görünür kılan tiyatro setleriyle ünlüdür. Antik Yunan böyledir de diğerleri farklı mıdır dersiniz? İnkaların inşa ettiği devasa tapınaklardan Antik Mısır’daki Piramitlere kadar her şey iktidarı görünür ve ihtişamlı kılmayla ilgili bir kurgu değil midir?
Devasa meydanlar ve abidelerin hepsi buna yöneliktir; iktidarı tahkim ve görünür kılmak. Hepsinde sembol her şeydir. Aynısı XIV. yüzyıl Floransa’sı için geçerlidir. Ateizme teslim olmuş Rönesans İtalya’sının ana kentlerinden birinde, Floransa’da bir Dominik Keşişi, etkili bir vaiz; Tanrı’dan ilham almışçasına ortaya çıkar ve tüm siteyi teslim alır.
Burada da her şey semboller üzerinden yürütülür. Etiketlemek için kullanılan aygıt, vaaz veren, işitsel bir makinedir. Bu şekilde elde edilen iktidar, sözcüğün en dolayımsız haliyle teatraldir. Ve bu iktidar sözcüğün lirik anlamıyla sisten doğar.
Bu haliyle şehir “tam bir ses diktatörlüğüne dönüşmüştür”.
Sembolleri Dili
İktidar sadece Floransa’da böyle işlemez, her yerde böyle işler. Müphem bir belirsizlik ve hikmet-i hükümetten sual olunmayan bir gizem ve ağırbaşlılık içinde yürür. Her şey, imge ve sembollerden bu sanatın icra ediliş biçimine kadar her şey belli bir merasim ve usûl dairesinde yürütülür.
Mitolojik devirlerdekileri hiç de geride bırakmayan modern devirlerdeki zafer anıtları ve taklar, bunların hepsi; aynı çizginin birer devamıdır. Amerika’da, Manhattan’da yükselen özgürlük anıtına kadar her şey bu canavarı, Leviathan’ı ve onun gücünü sembolize etmek için vardır. Gerçi özgürlük anıtı bireye atıfta bulunur ama onun da varlığı güçlü demokratik kurumlar sayesinde değil midir?
O bile dolaylı bir özgürlüktür.
Semboller dille ifade edilemeyen ya da ifade edilse bile, ifade edildiğinde ulvî özelliği, tanım gereği kusurlu olan pratikle yan yana geleceği için bu özelliğine halel gelen saf cevheri ifade eder. O yüzden dile gelmez ve tam olarak hiçbir şeye indirgenemez. Sembol bu yüzden belirsiz ve müphem, bu yüzden ulaşılmaz ve dokunulmaz olanı ifade eder. Seküler bile olsa bu böyledir.
Dinî semboller gibi seküler semboller de böyledir ve çağrışım yüklüdür. Öyle bir çağrışım ki, ilk imgelem anında duyulan ürpertiyi ve çok daha fazlasını bir bütün halinde içinde barındıran bir işlevi yüklenir sembol. Semboller o yüzden hem geleceğe bir çağrı hem geçmişi hem de bugünü yeniden kurma ve anlamlandırmanın en etkili aracıdır.
Bu haliyle iktidar olma ve hükümet etme dinî bir ayin şeklinde icra edilir.
Bugün kulaklarımızda çok sık olarak yankılanan şu seslere bir kulak verin! Irk, halk, ulus, ümmet! Bunlardan hiçbiri duyular dünyasında saf bir cevhere karşılık gelmez ama kavramlar dünyasında her biri saf bir duyguyu, muhayyel bir gerçekliği ifade eden bir sembol ve mite dönüşür.
Modern çağların mitleri tam da bu yüzden eskilerden hiç de farklı değildir. Bu kavramlar üzerinden yapılan çağrı öyle bir çağrıdır ki, onunla inşa edilen mit, yeni imgelemin hem içeriği hem de sembolü olarak sahneye sürülür. Siyaset, işte burada, bu kavramlar ve çağrışımları üzerinden anlamlı bir iktidar üretir. İktidar da bu efektler altında sahnelenir.
İktidarın Sembolleri
Günümüzde mit ve semboller iletişim ve reklam uzmanları tarafından üzerlerinde defalarca çalışılarak sürekli olarak yeniden üretilir. Eski Yunan Tanrıları gibi bu sefer de modern mitler ve kahramanlar çıkar sahneye. Her biri bir arketipe dayanan ve sahneye sürüldüğünde temsil ettiği arketipin bütün çağrışımlarını sergileyen teatral bir rol modele dönüştürülür kahramanlar.
Bu bağlamda bir dönemin kayıt dışı devlet işlerinde aktif bir rol üstlenen biri, bir anda estetik bir operasyonla MİT başkanına dönüştürülür. Bu böyle değildir ama bu şekilde bir profil üretilerek ortak muhayyile farklı bir yönde manipüle edilir. Artık söz konusu devlet görevlisi, işinin başında normal seyrinde yürüyen bir devlet görevlisi olmaktan çıkar ve her an her yerde ortaya çıkabilen gizemli bir karaktere dönüştürülür.
İktidarın alanı bu şekilde bir anda resmî alandan çıkarak hayatın her karesine nüfuz etmeye başlar. Kurbanları da olur bu mitolojinin. Paganlar devrinde olduğu gibi bu sefer de bayraklara sarılı tabutlar üzerinden yürütülür bu merasimler. Vatan toprağına tevdi edilen her şehit, bu ayinin seremonik bir karesine dönüştürülür.
Bu dinî ya da seküler olsun, iktidarın bütün biçimlerinde böyledir. Komünist Küba’da Che Guevara böyle, İspanya bağımsızlık savaşında Partizanlar böyledir. Cumhuriyet’in erken devirlerinde Kubilay böyle, son yıllarda 15 Temmuz şehitleri böyledir. Bu, iktidarın tabiatından gelen bir şey, onun zorunlu bir sonucu olarak böyledir.
Bütün bunlarla saflar sıklaştırılır, birlik yeniden kurulur.
Bu tarz iktidarların hepsi sadece bugüne değil, tarihe de hükmetmek ister. Fransız İhtilali’nde Gréve Meydanı, Rus Devrimi’nde Kızıl Meydan, XIV. Louis döneminde Versailles Sarayı, Büyük Abbas döneminde İsfahan’da “Meydân-ı Nakş-i Cihan” olarak bilinen büyük meydan; bunların hepsi bu amaca hizmet eder. Hepsi de iktidarın geçmiş ve geleceğe dönük mücessem tezahürleri, devasa sembolleridir.
Bazen bu sembol yeni bir başkent veya Versailles örneğinde görüldüğü gibi yeni bir saray da olabilir. Genç Cumhuriyet’in başkenti Ankara ve Brezilya’nın federal başkenti böyledir. Bozkırın ortasında yeni bir şehir kurma hayalinin sembol yerlerinden biri olan Ankara gibi “göçebe kabilelerin terk ettiği cılız bir bitki örtüsüne sahip bir yayla üzerinde” kurulan Brasília da yöneldiği avangart modernizmi sembolize eder.
Bunun gibi Topkapı ve Dolmabahçe yerine genç Cumhuriyet’in sembolik yerlerinden biri olan Çankaya da böyledir. İlk ikisi geçmişi temsil ederken bu ikincisi çağdaş Cumhuriyet’i simgeler. Bugün iktidarın yeni merkezi Beştepe’dir ve o da çok daha farklı çağrışımlarla iktidarın girdiği yeni çizgiyi sembolize ediyor. Çankaya Cumhuriyet baloları ve sofralarıyla öne çıkarken; Beştepe, Millet Camii ve Millet Bahçeleriyle öne çıkan yepyeni bir yönelişi ifade ediyor.
İktidarın Çağrısı
Tıpkı “ahlakın soy kütüğü” gibi iktidarların da bir soy kütüğü, yönelişi vardır. Ve her iktidar kendi tarzıyla iktidardır. İyi de ya iktidarın dili bireyin diline uymuyorsa o zaman ne yaparız sorusu haklı bir tereddüt olarak bireyi; hem siyasal ve ekonomik hem de ideolojik ve kültürel bir baskı aracı olarak yasal yoldan kendini dayatan iktidarla karşı karşıya bırakır.
İktidar sadece siyasa ve ekonomi üzerinde değil sözcükler ve mitler üzerinde kurulan bir iktidar olarak bireyin karşısına dikilir. Böyle bir durumda iktidarın her söz ve uygulaması darphanede basılı sikkeler gibi işlem görür. Hepsi yasal, hepsi geçerlidir. Buna mukabil karşı taraftaki her söz kalp, herkes kalpazandır. Bu böyledir, çünkü biri yasal süreçler ve meşru onay mekanizmalarından geçmiş örgütlü bir söz, diğeri ise bu süreçlerin hiçbirinden geçmemiş, mühürsüz bir söz, geçersiz bir akçedir.
İşte böyle dönemlerde iktidarın sembolü olan siyasi liderler de De Gaulle örneğinde olduğu gibi bir stiliste dönüşür. “Lafzın ve jestin” sembolü olan karizmatik liderlerle temsil edilen bu tür bir iktidar için lider sahnenin kendisi, bir bütün olarak endüstri ise sahnenin arkası, mutfağıdır.
Bütün her şey sahnenin arkasında hazırlanarak devreye sokulur. Bu durumda demektir ki her şey bir tek Jön üzerine kurulur, onunla idame ettirilir. Kültür endüstrisinin dev aygıtları üzerinde yükselen bir zafer anıtı gibi dikilir lider. Sahneye girişi öyle, çıkışı öyle, duruşu öyle, konuşması öyle, her şeyi öyledir. O kadar büyülü, o kadar ihtişamlıdır.
İmdi, böylesine büyük bir endüstriyel mit karşısında bireysel belagat ve karihasına güvenerek siyaset yapan siyaset erbabının düştüğü durum, modernize edilmiş bir ordu karşısında kaslarına güvenen ilkelin durumundan farksızdır.
Biri, “farklar oyunu” ve bu farkların sembolleştirilmesinden beslenirken; diğeri bu farkları yeterince vurgulayacak gücü ve sembolleri üretemediği için besin yetersizliğinden ölmek üzeredir. Oysa iktidar “ayırır, yalıtır, kapatır” ve oyunu buna göre kurarken, sadece kendini değil, arkasındaki destekçilerini de bu sürece katar.
Türkiye’nin son yıllarda girdiği süreci düşününce bütün bunlar insana tanıdık bir şeyleri hatırlatıyor gibidir.