Tahıl koridoru, Karadeniz ve Montrö
Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970
Rusya-Ukrayna savaşının bir buçuk yılı geride kalırken bir anlaşmaya ulaşmak yerine daha da kanlı bir safhaya geçiyoruz. Ukrayna karşı saldırısının asıl etabının başlamakta olduğuna dair Amerikan basınında çıkan haberlerin ne kadarı gerçek ne kadarı dezenformasyon bilemiyoruz. Çatışmanın tırmanmakta olduğu, giderek artan miktarlarda silahın her defasında yeni kırmızı çizgiler geçilerek kullanıldığıysa açıkça görülüyor.
Savaşla ilgili cephede olanlardan daha tedirgin edici olansa saçılan kıvılcımların etrafı tutuşturma ihtimali. Rusya’nın özel operasyonu çıkmaza girdikçe Ukrayna’yı sıkıştıracak yeni yollar araması, Batı ittifakının da el yükseltmesi gerilimi artırıyor. Enerji piyasalarında yaşanan çalkantı küresel ekonomi üzerinde etkili olsa bile çatışma riskini yükselten bir mekaniği yoktu. Tedarikçi ülke Rusya’yla hedef pazar Avrupa arasındaki bağlar, bazen Kuzey Akım 2 patlaması gibi şüpheli olaylarla da olsa kopmuş, taraflar kendi yoluna gitmişti.
Tahıl üzerinden yürüyen kriz ise arasında bizim de bulduğumuz üçüncü ülkeleri işin içine bulaştırma riskiyle farklılaşıyor. Meseleyi tekrar özetlersek, Rusya’nın başta Odessa olmak üzere Ukrayna’nın Karadeniz limanlarında uyguladığı abluka, dünyanın en büyük ihracatçılarından birisine ait ürününün piyasalara fiziken ulaştırmasına mâni oluyordu. Dünya tahıl piyasalarından hem abluka sebebiyle Ukrayna’nın hem de ambargolar nedeniyle Rus mahsulünün eksilmesi büyük bir açlık tehlikesi ortaya çıkarmıştı. Böylece BM’nin kotardığı, Türkiye’nin de diplomatik olarak yıldızını parlatan tahıl anlaşmasına gelindi. Silolarda sıkışmış ürün anlaşma kapsamında deniz yoluyla dünya piyasalarına ulaştırılacak, Türkiye de denetim görevini üstlenerek kilit bir rol oynayacaktı. Altı ayda bir yenilenecek anlaşmayla, savaşa rağmen dünyayı açlığa mahkûm etmeden Ukrayna tahılının sevkiyatı sağlanacaktı.
En başından beri anlaşmanın kırılganlığı gözler önündeydi. Rusya’nın her an fikir değiştirmesi ihtimali en baştaki duruma dönülmesine neden olabilirdi. Deniz yolunun gerçekçi bir alternatifi olmaması da Moskova’nın elini güçlendirmekteydi. Bugün bir kez daha alternatif bir rota olarak değerlendirilen demiryolu ve karayolu gibi seçeneklerin veya Romanya üzerinden dünya pazarlarına çıkışın Karadeniz rotasını tam olarak ikame etmesi mümkün değil. Bu koşullarda Putin’in Tahıl Koridoruna vereceği onayı yenilemesi Demokles’in kılıcı gibi dünya gıda piyasalarının üzerinde sallanmaktaydı.
Neticede korkulan oldu. Üç defa uzatılan Tahıl Anlaşması’nın yenilenmeyeceği Kremlin tarafından duyuruldu. Hemen yenilenme arifesinde Kerç Köprüsü’ne yapılan saldırı bu karara gerekçe gösterilse bile daha sonra Kremlin’in öne sürdüğü talepler sorunun daha derinlerde olduğunu gösteriyor. Rusya’nın anlaşmaya razı gelirken hedefi, bu politikasıyla Batı tarafından uygulanan yaptırımları by-pass edecek bir yan yol açmaktı. Bugün anlaşmanın yenilenmemesine gerekçe gösterilen maddeler bunu açıkça ortaya koyuyor. Rus tahılının piyasaya ulaşmasını sağlayacak gemilerin sigortalanmasının önündeki engellerin kaldırılması, Tarım Bankası’nın SWIFT sistemine dahil edilmesi gibi istekler Moskova’nın ekonomik çemberi kırma hamleleri olarak görülmeli.
Şimdi Ruslar Ukrayna’nın mahsulünü piyasa ulaştırırken kendilerinin anlaşmanın dışında tutulduğunu öne sürüyor. Kremlin’in dünya kamuoyundaki tepkiyi hafifletmek, şimşekleri kendi üzerinden Batı’ya yöneltmek için kullandığı asıl argümansa şu: Tahıl anlaşması kapsamında sevk edilen ürünün büyük bir kısmı fakir ülkelere değil de aralarında Türkiye’nin de bulunduğu zengin veya orta gelirli pazarlara gidiyor. Böylelikle Ruslar anlaşmanın dünyada açlıkla mücadele hedefine hizmet etmediğini iddia ediyor. Temel ekonomi bilgisinden ve mantıktan yoksun bu açıklama şaşırtıcı biçimde belli çevrelerde kabul görmüş bulunuyor. Sanki tahıl anlaşmasının askıya alınmasıyla Ukrayna ürününün piyasadan çekilmesi toplam arzı kısmayacak, gıda fiyatları yükselmeyecek gibi varsayılıyor. Oysa Ukrayna’dan sevk edilmesini bekledikleri ürünü alamayan zengin ülkeler, dünyanın fakir bölgelerine giden kargoyu satın alıp onların gıdaya erişiminde sorun yaşamasına sebep olacak. Tahıl anlaşmasının askıya alınmasından hemen sonra gördüğümüz gibi gıda fiyatları sıçrayacak ve bunun bedelini elbette herkesten çok fakirler ödeyecek.
Bunun farkında olan Afrika ülkeleri de St. Petersburg’da yapılan zirvede Putin’in kararına tepkiliydiler. ‘Ukrayna tahılı zaten zengin ülkelere gidiyordu‘ saçmalığını satın almadıklarından anlaşmanın yeniden yürürlüğe girmesini talep ettiler. Üçüncü dünya ile yaşanan bu sorun Putin’in tahıl meselesindeki ikilemini de ortaya koyuyor. Savaşın başlangıcında Rusya enerji kartını kullanarak Avrupa’nın Ukrayna’da geri adım atmasını sağlamaya çalıştı. Bu, orta ve uzun vadedeki olağanüstü zararı bir yana, kullanılan araçlar ve ilgili aktörlerin eşleşmesi adına tutarlı bir hamleydi. Doğalgazın nihai kullanıcısı AB ülkelerinin bileği bükülmeye çalışılmıştı.
Tahıl üzerinden yapılan şantaj ise, iddiaların aksine, zengin Batı ülkeleri yerine fakir üçüncü dünyayı vuruyor. Gıda fiyatlarındaki sıçrama kuzeyde enflasyon üzerinden tüketicileri bir miktar etkiler ama asıl ölümcül etkiyi güneyde yapar. Rusya-Ukrayna savaşının gidişatı hakkında hiçbir manivelası, karar yetkisi olmayan yüz milyonlarca insanın günlük hayatlarını zorlaştıracak bir hamle atılmış olur.
Sıkıştığı tuzak sebebiyle gittikçe daha riskli adımlar atan Putin’in bu kararının yan etkileri bununla da sınırlı değil. Türkiye tahıl anlaşmasında arabulucu ülke rolüne Karadeniz’in anahtarını elinde tutan aktör olarak girmişti. Boğazlar ve Karadeniz, Rusların herkesten iyi bileceği gibi, coğrafi bir bütünlük gösteriyor. Rusya’nın hemen kuzeyimizde uygulayacağı abluka, Ukrayna ile olan savaşı fiili olarak Karadeniz’e taşımış oluyor. Moskova’nın Ukrayna limanlarına gelen tüm gemilerin savaşa taraf olarak değerlendirileceğini iddia etmesi, buna karşın Kiev’in de aynı açıklamayı Rusya’nın Karadeniz’deki limanları için yapması çok tehlikeli bir tırmanma, sadece savaşan tarafları değil tüm kıyıdaş ülkeleri ilgilendiriyor.
Buradan geliyoruz arada bir parlayan Montrö tartışmalarımıza. Türkiye’nin en büyük dış politika başarılarından birisi olan 1936 tarihli bu anlaşma, Karadeniz’in Soğuk Savaş yıllarında bile siyasi çekişmelerin dışında tutulmasını sağlamıştı. Karadeniz’i büyük ölçüde dış müdahalelere kapayan ve böylelikle başka çatışmaların bu sahaya taşınmasına engel olan Montrö, tüm kıyıdaş devletlerin güvenlik ihtiyacına önemli katkı yapıyor. Bu anlaşmanın amaca hizmet etmemesi ancak taraflardan birisinin Karadeniz’i çatışma sahası haline getirmesiyle mümkün olabilir. Rusya’nın özellikle son on yılda Karadeniz’de hakimiyet meselesini fazlaca dillendirdiğini, Kırım konusundaki ısrarının da merkezinde bu bölgedeki hevesleri olduğu düşünülürse, Ankara’nın endişeleri daha iyi anlaşılabilir. Bir de bunların üstüne Karadeniz’de tek taraflı olarak ve uluslararası hukuka aykırı biçimde bu tür tasarruflarda bulunması Türkiye’yi tepki vermeye zorlar. Montrö’nün kazanımlarına Türkiye kadar başta Rusya olmak üzere diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin sahip çıkması aklın gereğidir. Putin yönetiminin son bir buçuk yıldır ardı ardına yaptığı hesap hatalarına bir yenisini eklememesi bu açıdan önemli.
Bunlardan dolayı, yani Rusya’nın hem üçüncü dünya ülkeleriyle hem de Türkiye’yle olan ilişkileri açısından, Karadeniz’in çatışma alanı haline getirilmesi Moskova’nın da çıkarlarıyla uyuşmayacağı için tahıl anlaşmasının yeniden uzatılması en doğru yol gibi görünüyor. Üstelik bu uzlaşının kotarılması için önümüzdeki ay Putin’in muhtemel Türkiye ziyareti de gerekli zemini sağlayacaktır. Uzayan savaş beraberinde her geçen gün yeni risk faktörleri getiriyor. Siyasi bir çözüm için henüz bir ışık görünmese de en azından işlerin daha da tırmanmaması için sağduyulu bir uzlaşı Rusya’nın da çıkarlarına hizmet edecektir.