Mao! Mao!
Hikmet Kıvılcımlı 01 Ocak 1970
Manifest gibi: “Asya’da bir hayalet dolaşıyor: Mao Mao Hayaleti” diyelim. Bunun bizde de harika türleri belirdi. Yeri geldikçe konuya değmek üzere, şimdilik kısa bir giriş deniyoruz.
1- Mao-Mao tarikatımız
“Mao-Ze-dung düşüncesi”.. Biz de de dervişlerini buldu. Dervişlilğ olsun da, ne olursa olsun. Onu beceririz. Sırtta abâ, elde asâ, kolde Keşkül’ü fukarâ.. Yalnız mangır mı? Fikir de dilene dilene, Mağripten Maşrıka gideriz. Hazreti Muhammet: “Ütlûb’ül İlm Velev fis Sîyn: Bilimi Çin’de olsa dileyin” demiş. Dilemişiz, gitmişiz, almışız, gelmişiz: Pusula – barut – ipek – kâğıt… daha neler, ne hünerler ve biberli baharlar.. Hep Çin’den gelmiş.
Neden Sosyalizm gelmesin? O da geldi. Hem tam bizim Halvetiyye tarikatının elde bin bir tâneli vird’ü tespihi, her parmağın üç boğumu gibi üçer üçer çekiyoruz: Marksizm – Leninizm – Maozedung düşüncesi… Birbirimizi mat etmek için, hep onu tekerliyoruz. Ve her kim ki tekerlemezse: neûz’ü billâh kâfir olur. Öylesine keskin Mao’cular türedi kim… kürsü‘lerde!…“Kürsülerde” ya.. başka nerede olacak? Evet, hiç şaşmayahm: hepsi, İmam-Hatip diplomalı vâizler gibi. Hep siperce bir kubbenin altında, yahut göklere doğru basamak- basamak yükselen kutsal menberin üstünde, gözlerimizi çevremize kapayarak, ağzımızı cemâate açarak okuyup üflüyoruz: Marksizm – Leninizm – Mavzedung düşüncesi… “Marksizm-Leninizm” yetmiyor.. ille“Mavzedung düşüncesi”!!
2- Dünyayı sarsan 2 Deyiş: Tse Tung mu? Ze-Dung mu?
Çinli yoldaşlarımız, Moğol Atalarımızın kanıyla öylesine katışıktırlar ki, çekik gözlü, çıkık yanaklı sarp yüzleri bize ayrıca sıcak bir yakınlık verdiği için midir? İçten ısındık hepsine. Liderleri Mao, masallarımızın tükenmez büyülü Çin Padişahı gibi geldi oturdu kimi kafalarımıza. Öylesıne ki, adını Çin tecvidi ile kalkalelemiyenlere, cahil sapkın görmüşçe yukarıdan bakıyoruz.
Mao’nun sonu nasıl okunacak? Bir takım kendini bilmez nâbekârlar “Tse Tung” diyorlarmış. Neuzubillâh: Kâfir oluyorlar “Tse Tung” diyenler. Ağırbaşlılığına toz kondurmayan ağır sayfalı, ağır bilim yüklü bir “Aydınlık” dergisi de az kalsın cehennemlik olayazmış: “Tse Tung” diyormuş!.Yememiş, içmemiş Çincede aslını aramış. Meğer Çin-Mâçinli ağzı ona: Tse-Tung değil, Ze-Dungdermiş.
Allah, Allah .. Ne ulu günah! “bilimsel sosyalist Proleter Aydınlık” özel sayısında hemen, hadesten teharetle, gusul ve setr’i avret eyleyip, abdest almış: Bundan kelli, sakın ola Mao-Ze-Dung‘a Mao-Tse-Tung demekten hararetle tövbe istiğfar ediyor. Bir daha mı “Mav-Tse-Tung” demek? Yârabbi, sen o müşrikliğe artık düşürme Ak-Aydınlık kulunu. Ve ey! Mao Mao müritleri: gözünüzü dört açın: Mao-Ze-Dung‘a kalkar Mao-Tse-Tung derseniz, yeriniz Gayyâ kuyusunun dibi olur!
Böyle tilcik atlatmıyorlar, bizim Mao, Mao tarikatinin Şıh’tan icâzet almış tâze Halifeler:.. Gelin görün ki, şu Çin ümmeti çok ince külâh eylerler adama. Türkiye’ye dek ilettikleri Mao Peygamberin İncil’i Şerifi üstüne nasıl bir ad koysalar beğenirsiniz? Olduğıı gibi aşağıya alalım:
“Oeuvres Choisies de MAO-TSE-TUNG.”
Evet, bizim koyu dindar Mao Müritlerine Mao’nun Çinlileri bu affedilmez mûzipliği yapıyorlar. Resmen “Ze-Dung”a “Tse-Tung” diyorlar. Hem nerede? Mao’nun Pâyitahtı Pekin’de. Yukarıdaki kitabı yayınlıyanlann adresleri şu:
“Yabancı Diller baskı’ları.
PEKİN, 1969.”
Olabilir. Çin’de de bir “revizyonist” ajanı, tâ Pekin yayınlarına dek burnunu sokmuş. “Ze-Dung”u “Tse-Tung” diye bastırmakla, “Maocu halk savaşı”na sinsice ihanet ediyordur. Bizim müritler yeminlidirler. Hâşâ! öyle fısk’ü fücur’a ölseler düşmezler….
3- Sosyalizmin Üçlemine:
Dung!
Vaktiyle, İsâ dininin, -eskilerce “Teslîs” denilen, –Üçlemi yerine, yukarıki üçüzün kuyruğunda “Stalin” gelirdi. Mao- Mao’cularımız onu makaslamışlar. Yerine “Mao-Zedung”u takmışlar. Genellikle “Batı”: deyince “Hristiyan” akla gelir. Hristiyan kültürüne alışmış olanlar, Sosyalizmi de “Teslîs”leştirerek popüler olmak istemişler. Yahut, düşünmeden onu yapmışlar.
Şimdi (Marksizm + Leninizm + Stalinizm) üçlemi: (Marksizm + Leninizm + Mao-Zedung) düşüncesi olmuş “Stalin”: (Çelikcil) demekti. Zâhir, çelik yeterli görülmemiş Mao-Zedung‘un içinde hem “mavzer” var, hem de sonu Nakkaare dedikleri “kös” adlı koca davulun yaman tokmağı gibi: “Dung!” diye her düştükçe adamın ödünü patlatıyor.
Pek sevdi kimi “sosyalistlerimiz” bu “Esmâ’i Hüsnâ” (Güzel-Adlar) çekmeği. Bizim bile neredeyse hoşumuza gidecek: Mav-Ze-Dung! Ho-Şi-Minh’inkinden hoş ve cengâver kaçıyor kulağa. Yüzlerce yıldır çok çekti Çin ümmeti. Kurtuluşunu 24 saat davul zurna çalarak kutlasa yeridir. Mao’nun el kadar kızıl kaplı kitapçığını bağrına basmadıkça nefes almasa hakkıdır.
4 – Devrim’in DEVRİM olduğunun “Keşfídir”
Ve nedir Mao-Ze-Dung düşüncesi? Marksizm – Leninizm’de söylenmemiş ve yapılmamış hiçbir yanı bulunmıyan bir diyalektik ve pratik olay: Devrim’in “DEVRİM” olduğunu düşünmüş Mao. Çok haklı. Devrimin: silâhlı bir ayaklanma olduğunu da düşünmüş Mao. O hepsinden doğru.
Ya bizim devrimbazlar?
Elbet, Moskova’dan Pekin’e, Hanoy’dan Havana’ya dek yeryüzünün dört yanı kanlı ve silâhlı savaşlarla sosyalizme doğmasaydı, Santiyago’da Şili’de Allende’nin “marksizmi” sandıktan çıkıp iktidara geçebilir miydi? Orada bile hiç değilse genel kurmay başkanı gizli gizli kurban edildi, sağcılar tarafından. Hâlâ da “devrim” oldu mu? Göreceğiz.
5- Hey gidi “Mavzer” Yoldaş
Mao-Zedung’un, Rusça’daki: “Söz mavzer Yoldaşın!” şiirini aslından tercüme ve popülarize etmesine ihtiyacı yoktu. Koca Çin öyle bir yanardağın krateri olmuştu ki, orada en sünepe kalem çelebisi, akşam dâıresinden çıkıp evine sağ sâlim gitmek istiyorsa, kalçasına, mavzer olmadı, çakaralmaz bir tabanca takmadan yola düşemiyordu. Neden? Şu “ebedîleştirilmiş” sözden ötürü:
“Uzakdoğu’da Çin hacılarının etekleri bir karış kısalsa, Uzakbatı da Mançester dokuma endüstrisi zıngadak duruyor” da ondan. Üzerinde güneşin batmadığı İngiliz İmparatorluğu bile grevden ihtilâle kayıyordu da ondan. Kapitalizm kolayını bulmuştu: Batıda işçi sınıfinı devrime ayaklandırmaktansa, Doğuya sömürgeliğin ateşten gömleğini giydiriveriyordu.
Hele Doğunun tepesinde Osmanlı Pâdişahı, Acem Şehinşahı, Çin Fağfuru gibi yozlaşmış Tefeci-Bezirgânlığın küpüne zarar keskin sirke bir derebeği tünetilmiş bulunuyorsa: O hepsinden ucuz ve rahat sömürü alanıydı. Yarı sömürgenin yerli bekçi köpekleri (ve yalnız onlar mı?) zaten birbirleriyle hırlaşıp kuduzlaşmaktan ve kendi kendilerini ısırmaktan öteye geçemezlerdi. (Yerli“devrimci”lerimizin yaşı ona benzemese?!)
6 – Yarı Sömürgede Tüm Silâhlı Ölüm
Yan Sömürgelerden Osmanlı parçalanıp kuşa çevriliyordu. Acem diyarının hazineleri, teherândan yukarısı senin, aşağısı benim: Hakpayı eski kalantor emperyalistler arası kasap çengelinde kesilıp biçilmişti. Ortada tek antika av: Uçsuz bucaksız 6 milyon küsur kilometre karelik, dünyanın içinde ayrı ve kapalı bir dünya olan Çin yarı sömürgesi kalıyordu. Onu kim yiyecek?
Kapitali olan herkes! Bütün liınanlannı, ırmaklarını, göllerini yetmiş iki buçuk eski oturaklı, yeni yırtıcı çeşit emperyalist canavarları tutmuş. İkide bir yan yattın, çamura battın: Çin’in her işine, topla tüfekle, açık ve kanlı.saldırıyorlar. Bu saldırılarla iyice âhenkleştirilmiş Çin iç düzeninin her kaya dibinde bir silâtılı çakıcı haydut, günde metelik için adam doğruyor. Her dağ tepesine bir ayrı din ve ayrı kin fışkırtması general “Savaş Ağası” sivrilmiş, durmayıp silâhlı yağma ve yangın kışkırtıyor.
19. cu yüzyıl ortasından (kapitalizmin devrî ekonomi Krizlerinden) 20.ci yüzyıl ortasına (kapitalizmin politik krizlerine: Evren bunalımlarına, evren savaşlarına, evren ihtilâllerine) dek, her büyük sanayi ufunetini başkasının ülkesine boşaltmak isteyen soyguncu: Kesik başlı, yerde yatan Çin bereket ejderhasının tatlı etine saldırmış. Ama lâfla değil, çıplacık silâhla saldırmış. Çinli de, diline dolanan zikr’ü tespihle değil, eline geçen her türlü yabayla, kazmayla, bıçakla, kamayla, yâni gene silâhla habire, uluorta harakiri yapıyor, karnını kılıcıyla deşip kanlı barsaklarını dışarıya fırlatıyor.
7 – Çin’in 1. Kuvayimilliyeciliği: Uzun Yürüyüş
Bunalımlar, İç savaşlar, dış savaşlar.. ayrıntılarına girmiyelim. Kanın gövdeyi götürdüğü Çin’de herhangi bir devrimcinin:1789 – 1830 – 1848 – 1871 – 1905 – 1917 ve ilh. Devrimlerinin soluk ve tükürükle olmadığını “keşf” etmesine hiç ihtiyacı yoktu.
Mareşal Çan-Kay-eşeği, o zamane dek elele yürüdüğü proletarya devrimcilerini 1927 yılı kahpece arkadan vurup, Şanghay, Nankin, Kanton’da rastladığı devrimciyi yakalıyordu. Soru sual yok. Ellerini arkalarına bağlatıyor, koyun gibi ama, boyunlarından değil, enselerinden kestirtiyor; başlarını ayakları üstüne diziyordu.
O genel kılıçtan geçiriliş sırasında idama götürülürken kaçıp canını kurtaran Mao: “Bütün iktidar tüfeğin namlusu içinden çıkar” demiyebilir miydi? Mao bu durumda yetişmiş. Bir de bizim serde yetiştirilmişleri düşünün!
Şehirde katliamlar sürüp giderken, köylerde patlamış ayaklanmaların başına işçilerle katılmamak: karşı – devrimciden başka hiç kimsenin yapabileceği iş olamazdı. Çan-Kay-Şek ordusu örnekti. Kapitalist düzeni uğruna bile dövüşürken, az çok bir düzen getirebildikçe 2 kat büyümüştü. Haydutlara karşı kim dirense, canından bezmiş halk, hemen onun çevresinde ordulaşıyordu. Tıpkı bizim Birinci Kuvayimilliye Anadolusu…
Onun için Mao‘lar, Şu‘lar, Çu‘lar çevresinde, oldukça kısa bir silâhlı direnmeyle, 1930 yılı 50.000 kişilik ordu doğdu. Çang eşeğinin 900.000 kişilik üçüncü saldırısında Mao’lar: 90.000 kişilik orduları ile teslim mi olacaklardı? 16 Ekim 1934 günü düşmanı yarıp, Uzun Yürüyüşe geçmekten başka yol yoktu. 368 gün,18 sıradağlar, 25 ırmak aşıp, 300 çarpışma,15 düzgün Muharebe vererek, 10.000 kilometre yol alındı. 10.000 kilometre: Çin’in bir ucundan öbür ucu bile değil, oporta göbeği idi! Şensi’ye böyle gelindi.
Şensi, ilk Çin uygarlığına kentleşme kaynağı olmuştu. Şensi’nin inanılmaz stratejik savunma değerini kim keşfetti? Mao mu? Hayır: Hazret’i İsâ doğmadan 80 yıl önce, Çin’in Herodot’u sayılan Sseu-Matts… Kızıl Ordu’nun Uzun Yürüyüşle sığındığı yer için, Sseu-Matts: “20.000 kişi ile bu devlet mızrakla silâhlanmış 1 milyon kişiye kafa tutabilir.” demişti. Yürüyüş sonu Kızıl Ordu’da 90 binden tam o kadar kalmıştı: 20.000 kişi… Çang 1 milyon kişiyi nereden bulacaktı? Çang bulmıya kalksa, emperyalizm Çin’i tek vücut görmeye dayanamazdı.
8 -Çin’in Yunan’ı Japon: Mao Yaratığı mıdır?
Emperyalistlerin en zıpçıktı haydudu Japon, daha 1931 yılı Mançurya’yı ele geçirmişti. 15 Temmuz 1937 günü Çan-Kay- eşeğinden, dış Moğolistan’daki Çahar’ı istedi. Gelenekçil Çin başkentinin Çin seddi ile korunduğu yerleri: Hopeh’i de istedi.
Japon emperyalizmi bir hafta bile bekleyemedi. 21 Temmuz’da Pekin’i, 27 Ocak’ta Şanghay’ı,14 Kasım’da Kanton’u işgal ederek yayılmaya başladı. Mao’nun yakasını kurtardığı 1927 yılından, Ikinci Emperyalist Evren Savaşı sonu iç savaşların bittiği 1949 yılına dek 50 milyon Çinlinin öldürüldüğü anlaşıldı.
Bütün bu olaylar mı “Mav-Zedung düşüncesi”nin eseridir? Yoksa “Mav-Zedung düşüncesi” mi o olayların ürünüdür? Çin’de yetmiş yedi buçuk emperyalistin “din adamı” geçinen misyonerlerine bakın. Hepsi Afrika’da arslan avına çıkmış silâhlı başıbozuk kılığındalar? Papazlar bile elde silâh dolaşırken, “Mav-Zedung düşüncesi”, hele Marksizm – Leninizmle temastan sonra, ne yapabilirdi? 90’lık Bonz‘ların (Çin memurlarının) arasında çelebice kalemtraşlar bileyerek, fırçalar püskülliyerek “teraşîyde şiirler” düzmekle ve imtihana girip maaşına yarım Yen zam alma hasretini çekmekle kalabilir miydi?
9 – Türkiye’de miyiz? Osmanlılıkta mıyız?
Ak sayfalar üstüne Kara tilcikler diziştirirken, bilimcil sosyalizmi kimseciklere bırakamıyan ateşli beğciklerimiz var. Bunlar öz-arı-Türkçeyle, turnalar gibi: “ortam! ortam!” diye dem çekerler. “Mav-Zedung düşüncesini”, yerin dibinden zorla göğe fırlatan ortam dediğimizdir. O ortam: Kapitalizmin son kertesinde, komprador burjuvazinin memleketi yabancı emperyalistlere, hiç bir maske takınmaksızın sattığı ortamdır. O, Yarı sömürge Antika İmparatorluğu’nun paldır küldür yıkıldığı ortamdır.
Mao’yu Mao yapan Ortam: Çin yarı sömürge imparatorluğunu hem didik didik etmek, hem olduğu gibi alıkoymak gibi çelişik amaçlann kasırgalı kıyametidir. Türkiye’de Osmanlı yarı sömürge imparatorluğunu hem paramparça etmek, hem ortak yerli komprador, yabancı Finans-Kapital sağlamalı olarak korumak isteyen çelişkiler kıyameti, 50 yıl öncelerine gelen Türkiye’dir.
Antika Çin İmparatorluğu emperyalistler arasında bir türlü paylaşılamadığı için, tümü ile patlayışı 40 yıl kan ve ateş saçan bir volkan gibi işledi. Antika Osmanlı İmparatorluğu: Yemen – Trablus – Balkan – I. Emperyalist Evren – I. Kurtuluş savaşları sırasında bütün dalları, kolları budandığı için, Sovyetler devrimine sırtını dayamış birkaç yıllık kuvayı milliye savaşı ile hiç değilse politık anlamda bir bağımsız Türkiye biçiminde istikrarlaştı.
O nedenle, Çin‘de demokratik devrim komprador burjuvazinin tehakkümünden bir türlü kurtulamadı. Komprador burjuvazinin göbekbağı yabancı Finans-Kapital emrinde kaldı. Millet önünde her türlü meşrûluğunu ve öncülüğünü yitiren burjuvazinin yerine, ancak işçi sınıfı demokratik devrimi ele aldı, yörüngesine oturttu. Proletarya öncülüğünde demokratik devrim, önüne geçilmez akışıyla sosyalist devrime ulaşmaktan başka çıkar yol bulamadı.
Türkiye’de demokratik devrim, bir millî kurtuluş savaşı biçiminde gelişti. Komprador İttihatçı Burjuvazi çarçabuk kendisini ele vererek, egemenlik yeteneğini ve gücünü yitirdi. Burjuvazi, 20. ci yüzyılın genel kuralı içinde bir ayrıcalık sağlayıp, demokratik devrimin siyasî yüzeylerde başını bağlıyabildi. Ve 19. cu yüzyil ortasından beri “yabancı sermaye” kılığında Türkiye’ye girmiş bulunan Finans-Kapital: “devletleştirilme” baskısı altında, devlet kapitalizminden, doğru yerli Finans – Kapital egemenliğini sağladı.
Bugün Türkiye’de Mao’culuk taslamak: Türkiye’yi 50 yıl geride kalmış Osmanlı İmparatorluğu ile karıştırmak olur.